30 Aralık 2009 Çarşamba

400. Yazı: 2010


Senenin son, benim 400. yazım olsun dedim.

Blog'u başlatırken bu kadar çok yazı yazabileceğimi hiç düşünmemiştim. Genelde iyi bir okuyucu olmama rağmen, yazı yazmak konusunda istikrarlı olabileceğimi hayal dahi etmemiştim. Esasında istediğim ölçüde istikrarlı da olamadım ama 400 yazı dile kolay... İçlerinden 10 tanesi birilerinin işine yaramış, ilham vermiş olsa kardır öyle değil mi?

HERKESE MUTLU, SAĞLIKLI, BOL KAZANÇLI, KEYİFLİ BİR YENİ YIL DİLİYORUM! TÜM SEVDİKLERİNİZ SİZİNLE, HER ŞEY GÖNLÜNÜZCE OLSUN!
Yeni yılın ilk yazısında buluşmak üzere...

Kardeş Blog: Tutumluyuz

Bugün kardeş blog Tutumluyuz'da konuk yazar oldum. Bilginize...

Ekonomi Türk'e veda ettim ama...

Malum arada bir Ekonomi Türk Blogunda da yazılar yazıyordum fakat sevgili Ekonomix, blogunu Dr. İnan Doğan diye bir arkadaşına devretti. Blog'un yeni sahibi de haklı olarak kendi kurallarını getirdi. Liability konuları nedeniyle yazarlara gerçek kimliklerini en azından kendisine açıklamaları gerektiğini söyledi. Gerçek kimliğimi açıklamak istemediğim için ben de blogdan ayrıldım. Ancak, tüm okuyucularıma bu blogu takip etmeyi sürdürmelerini hararetle öneriyorum. Dr. Doğan şimdiden blogun yeni çizgisi hakkında fikir edinmemizi sağlayacak bazı yazılar yayınladı.

Ekonomi Türk Blogu'na önümüzdeki dönemde başarılar diliyorum. Severek izlemeyi sürdüreceğimden eminim.

27 Aralık 2009 Pazar

Yeni Yıl Yaklaşırken...

Oturdum yazdım yazdım yazdım ve sonra baktım ki yazı pek kasvetli, pek sıkıntılı oldu, siliverdim hepsini...

Yeni yıl herkese sağlık, bol kazanç ve keyif getirecek. 2010, 2009'dan çok daha muhteşem olacak. Sıkıntılar son bulacak, yeni girişimler başarılı olacak.

İyi olacak... İyi olacak...

Teşekkür Ederim

Dünkü ricama yanıt veren tüm okurlara teşekkür ederim. Belki de benim kullandığım bir yazılımın ayarlarında sorun var. Biraz daha uğraşmam gerek anlaşılan. Google Chrome'u da deneyeceğim.

Tekrar çok teşekkür ederim!

26 Aralık 2009 Cumartesi

Okurlardan iki dakikalık basit bir destek ricası!

Son zamanlarda favorim olan iki blog'a erişemiyorum. Sorun Internet Explorer 8'den kaynaklanıyor olabilir diye onu kaldırıp önceki versiyona döndüm. Sorunum çözülmedi. Mozilla Firefox yükledim. O da bu iki siteye erişimimi sağlamadı. IE 7 hemen kapanıp, yeniden bir önceki sayfadan açılıyor, IE 8 donuyor, MF ise doğrudan çöküyor ve kapanıyor.

Sizden ricam şu iki siteyi düzgün görüntüleyip görüntüleyemediğinizi bana söylemeniz:

www.frugalupstate.com
http://frugalzeitgeist.blogspot.com

Görüntüleyebiliyorsanız, hangi web tarayıcısını kullandığınızı da söyler misiniz?

23 Aralık 2009 Çarşamba

Tasarruflar

Uzun zamandır tasarruf edin, para biriktirin diyorum. Pekiyi ama bu Tasarruflar ile ne yapacaksınız?

Kendinize ait bir eviniz yoksa ve tassaruflarınızdan 3-6 aylık geçinme parasını acil durum fonu olarak ayırdığınızda kalan paranız mütevazi bir evin değerinin %25-40'ı kadar bir para ise ev almanız akıllıca olabilir. Gerçi bazen kirada oturmaya devam etmek de anlamlı olabilir. Hesabınızı dikkatle yapmalı ve temel olarak toplam sahip olma maliyetini gözönünde bulundurmalısınız. Uygun bir kira ödüyorsanız, eviniz işe, alışverişe ya da çocuklarınızın okulu veya ailenize yakınsa ve bunlar sizin için önemliyse bunları hesap etmelisiniz.

Ev almaya karar verip de dolaşmaya başlayınca yapabileceğiniz en büyük hatalar arasında acele karar vermeyi, emlakçıların oyunlarına kanmayı, başkalarıyla aşık atma telaşına düşmeyi sayabiliriz.

Emlakçılar size ne kadar paranız olduğunu sorup, beğenmeyeceğiniz döküntü evler gösterirler ve bu şekilde sizi daha pahalı evlere doğru itmeye çalışabilirler. Elbette hepsi böyle yapar demiyorum ama her meslekte olduğu gibi bu meslekte de farklı tiplerle karşılaşabilirsiniz. Bir evi beğendiğinizi hissettiklerinde kararınızı hızlandırmanız için aynı evin bir başka talibi olduğunu söyleyebilirler. Siz teklif edeceğiniz meblağı telaffuz ettiğinizde bir başkasının daha fazla önerdiğini söyleyebilirler. Böyle durumlarda endişeye kapılıp pozisyonunuzu bozmayın. Hemcinslerime haksızlık olacak ama genelde kadınlar bu tür tuzaklara düşmeye daha eğilimli oluyorlar maalesef. Mümkün olduğu kadar çok ev gezin çünkü gerçekten alacağınız evi görünce bunu hissedeceksiniz ve "işte bu" diyeceksiniz. En yakın arkadaşınızın aldığı lüks evi kendinize model almayın. Unutmayın bütçeniz ne ise, ona uygun davranmanız gerekir. Kimseyle kendinizi mukayese etmeyin.

Alacağınız evin aidatını, ısıtmak için ne kadar para ayırmanız gerekeceğini, içine girmeden harcamanız gereken parayı hep hesap etmelisiniz. Eski bir ev alıyorsanız, tesisatı baştan aşağı yenilemeniz gerekebilir.

İnsanlar yeni bir eve taşınırken eşya yenileme hevesine de kapılabilirler. Bu masrafları artıracak ve sizi sıkıntıya sokacak bir durumdur. Bundan kaçınmaya ve öncelikle sahip olduklarınızla idare etmeye bakmalısınız. Biliyorsunuz borcun hiçbir türlüsünü sevmem; hem banka kredisi alıp hem de eşya taksidi ödemeye kalmak daha da kötüsü kredi kartına borç yapmak asla aklımın almayacağı bir durumdur.

Yeni evinizi yeni eşyalarla donattıktan sonra her ayın sonunu nasıl getireceğinizi düşünecek, ihtiyacınız olan bazı şeyleri almakta zorlanacaksanız, sahip olacağınız ev sizi mutlu edemez. Boş yere strese girmeye değer mi? Hayat çok kısa, her gün keyfini çıkartmak gerek.

Tutumluluk Üzerine: Ekonomi Türk'te Okuyunuz

Bugün Ekonomi Türk'te yayınlanan "Tutumluluk Nedir" başlıklı yazıyı okumanızı öneririm.

22 Aralık 2009 Salı

Terbiyesiz "Adsız" Yorumcu'ya...

Bak kardeşim ben yorumları boşuna kontrol etmiyorum. Salak salak yorumlar yaparsan ben de onları yayınlamam. Varsa eleştirini adam gibi yaparsın, ben de aklıma yatar işime gelirse eleştirine kulak veririm. Son yaptığın yorumu uçurdum çünkü bkz. blogun adı: "Beğenmezsen Okuma" kardeşim! Beğenen okuyor.

Ben bu blogdan para kazanmak derdinde falan da değilim. Burası benim alanım, bilmem anlatabildim mi?

21 Aralık 2009 Pazartesi

Off ya!

Bugün Haber Türk'te şu yazı anında dikkatimi çekti. Yazının başında "Bazı kadınlar hiçbir doğum kontrol yöntemine başvurmadan kolayca hamile kalır. Kimileri içinse hamile kalmak, zahmetli ve sıkıntılı bir dizi yöntem, prosedür ve test anlamına gelebilir." diye bir girizgah yapmışlar. Yahu ayıp! İnsanlar bebek sahibi olmak için değil, olmamak için doğum kontrol yöntemlerine başvururlar. Bu kadar basit hata nasıl yapılır? Editör kör müdür? Yazık! Sokakta gençler bozuk Türkçe konuşuyorlar, üniversite mezunları iki kelimeyi biraraya getiremiyorlar diye üzülürken gazetelerde bu tür ifadelere rastlamak adamı iyice sinir ediyor.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Tutumluluk Üstüne: Ekonomi Türk'te Okuyunuz...

Bugün Ekonomi Türk'te iki güzel yazı var:

Tasarruf Haftası ve Tutumluluk Şiirleri

Tutumluluk ile ilgili atasözleri

Çocukları erken yaşta tasarrufa alıştırmak için The Simple Dollar Blog'unun sahibi Trent'in de çok güzel bir yazısı var: Starting a Lifetime Savings Journey

14 Aralık 2009 Pazartesi

Su

Yeteri kadar su içmenin sağlık açısından çok önemi var. Eklemlerinizi, böbreklerinizi, karaciğerinizi, cildinizi korumak istiyorsanız su içmelisiniz. Ben doktorların en az 2 lt. ya da 8 bardak su içme önerisini harfiyen uygulayanlardanım. Fazla kahve ve çay tüketmem. Bu da sanırım bol su içmem ile ilgili bir durum. Son dönemlerde alkali su içmenin önemine dair bazı yazılar okudum. Evime aldığım damacana suya baktım pH seviyesi 8.2 yani yeteri kadar alkali bir su. Yumuşak suları tüketmek sağlık açısından pek önerilmiyor.

Son dönemde yükselen ürik asit seviyem nedeniyle şu sıra asiditesi yüksek yiyecek ve içeceklerden uzak duruyorum. Gut hastalığına yakalanmaktan çok çekiniyorum. Tükettiğim suyun alkali olması bu nedenle benim için daha fazla önem kazanıyor.

Yazın hemen herkesin elinde pet su şişeleri görürüz. Önce çevreye sonra da bence cebinize zararlı bu durumdan kurtulmanız için size ufak termoslar edinmenizi önereceğim. Fiyatı bulunduğu mağazaya göre 9.99-19.99 TL arası değişen yarım litrelik çelik termosları evinizde doldurup, yanınıza alabilirsiniz. Ben son dönemlerde bu alışkanlığı edindim zira hem her büfede pH seviyesi yüksek su bulamıyorsunuz, hem çevreyi kirletmekten kaçınabiliyorsunuz hem de damacana ile alırken litresi 30-40 kuruş olan suyun litresine 2 TL vermek zorunda kalmıyorsunuz. Kullandığım çelik termosu 9.99 TL'ye IKEA'dan aldım.

Çok zararlı olan şeylerden biri de özellikle yazın sıcakta arabada bıraktğınız pet şişe suyu, sonradan içmek. Pet şişe sular güneşte ve aşırı sıcakta kalmamalı. Kaldıkları takdirde içlerindeki suyu tüketmemelisiniz.

13 Aralık 2009 Pazar

Güncelleme:)

13 Kasım'da Başlık Bulamadım diye bir yazı yazmıştım. Birkaç gündür bakıyorum da haberi nihayet kaldırmışlar. Herhalde sözü geçen birinin de dikkatini çekti, kaldırmaya karar verdiler...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Adalet: Bir İbret Öyküsü... (2)

Hikayemize kaldığım yerden devam edelim.

Tüm istediğim Ankara’daki servisin ayıplı hizmet nedeniyle otomobilime verdiği zararı karşılaması yani İstanbul’daki servisin faturasını ödemesiydi. Bunu yapmaya yanaşmadılar ve hatta İstanbul’daki servisle kendilerini görüştürmeme, yani hatalarını profesyonel birilerinden dinlemelerini sağlamama rağmen terbiyesizlik ettiler ve sürücü hatası falan demeye kalkıştılar. Sinirden uçtuğum anlardan biridir.

16 yaşından beri otomobil kullanırım. Rahmetli babam ve ben eski otomobilimizin ufak tefek tamiratını beraber yapardık. O aracı bugün getirin, radyatörünü sökebilir, pervanesini değiştirebilirim. Merakım da olduğu için otomobiller konusunda özellikle eskiden çok şey bilirdim. Daha sonra hep şirket arabası kullanınca ve otomobiller de iyice gelişince eskisi kadar anlamaz oldum ama her seyahat öncesi yağ seviyelerini, hidroliği vs. kontrol ederim. Öyle sadece kontak açmayı bilen sürücülerden değilimdir. Bunları öğünmek için değil, aptal yerine konulmaya çalışılabilecek biri olmadığımı anlatmak için söylüyorum.

Ben tüm bu servis sorunlarını yaşarken yani daha henüz Ankara’dayken, ofis paylaştığım bir çalışma arkadaşım da tüm olanlara şahit olmuştu. Hatta bir seferinde ben servisin şefini parçalarım da elimden bir kaza çıkar diye endişelendiğinden benimle servise gelmişti. Kendisi dünyada rastlayabileceğiniz en kibar, en olumlu ve düzgün insanlardan biridir.

Avukatıma vekaletname verdim. Hem maddi hem de manevi tazminat davası açmaya karar verdik. Tüm olayı anlatan bir yazı yazdım ve elimde yazışma, fatura ne varsa kendisiyle paylaştım ama hızımı da alamadım. Bir web sitesi açayım da şu servisi rezil edeyim dedim ama o zamanki bilgisayar bilgimle bunu yapmama imkan yoktu. Bir arkadaşımın o aralar 13-14 yaşında olan bilgisayar çılgını oğlundan yardım istedim. Süper havalı bir web sitesi yaptı. Bu siteyi herkesle paylaştım ve tanıdıkları herkesle paylaşmalarını istedim. Fakat bir süre sonra davayı olumsuz etkilemesin diye yayından kaldırdık. Servis’in bağlı olduğu firmanın web sitesini çökertmek için hacker aramak da aklıma gelmişti ama nasıl yapacağımı bilemedim. (Kıssadan hisse: T’Pol’ü kızdırmak iyi fikir değildir).

Karşı tarafın avukatları davanın uzaması için ellerinden geleni artlarına koymadılar ama bu bizim elimizi güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Nasıl mı? Avukatım gide gele mahkemelerde aynı servisden şikayetçi olan başka insanlarla karşılaştı ve onlarla bilgi alışverişi yaptık. Başkalarının yaşadığı sorunları da dosyamıza ekledik. Onlar da bizim sorunumuzu kendi dosyalarına koydular.
Dava 3 yıl sürdü, bu arada daha evvel sözünü ettiğim arkadaşım da şahitlik yaptı ve sonunda tazminata hak kazandık. Belli bir sürede ödeme yapmaları gerekiyordu ama tabii ki yapmadılar. Avukatım çok cevval bir hanımdır. Sürenin dolduğu dakikada yanına polisleri katıp, sözkonusu servisin ana satış merkezine haciz yapmaya gitmiş O esnada oraya otomobil bakmaya gelen bir sürü müşteri çıkan tartışmaya ve konunun ne olduğuna şahit olmuş. O markayı almaktan o gün vazgeçen oldu mu bilemiyorum ama avukatıma da şapka çıkartıyorum. Servis yerine Satış’a dalmış olması çok ustaca bir manevra olmuş. Telefonda bana anlatırken hala gülüyordu.

2000 yılı sonunda ayıplı hizmeti nedeniyle 850 TL civarında bir para ödemeyi reddeden servis, 2003 yılında 3500 TL ödemek zorunda kaldı. Masraflar çıktıktan sonra enflasyonu da hesaba katarsak ben zarardayım ama olsun. Önemli olan vatandaşların haklarını arayabileceklerini ve de her kuşun etinin yenmeyeceğini göstermekti. Bunu başardık.

Haklıysanız “Lanet olsun” demeyin, hakkınızı arayın. Bugün Batı’lı ülkelerdeki medeniyete ve adalete özeniyoruz. Kurallara uymalarının sebebi gerçekten de insanların medeni olmaları mı? Hiç sanmam. (Bkz. İsviçre’nin son referandumu). Bence cezaların caydırıcı, adaletin etkili olması. İçlerinden küfretseler bile, kurallara uyuyorlar çünkü uymamayı göze alamazlar.

11 Aralık 2009 Cuma

Adalet: Bir İbret Öyküsü... (1)

Son günlerdeki intihal vakası Ekonomix'i çok kızdırdı ve işi mahkemeye taşımaya karar verdi. Bugün bununla ilgili bir yazı yazmış, yazının sonunda "Bu tür bilişim hırsızlıklarının ülkemizde yaygın olmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi de kimsenin kimseyi dava etmemesi, Allahından bulsun demesi" demiş.

Ekonomix Amerika gibi durmadan herkesin herkesi dava ettiği 1-800-LAWYERS gibi ücretsiz telefon numaralarıyla kolayca ulaşılabilir avukatların olduğu bir "cennette" yaşıyor. Hatta orada bazı avukatların hastanelerin ACİL servis kafeteryasını müşteri bulmak umuduyla mesken tuttukları bile söylenir. Bazı avukatların duruma göre dava tazminatla sonuçlandığı takdirde para almayı, lehte sonuçlanmazsa para almamayı bile önerebildiklerini de okuduğumu hatırlıyorum.

Bizde davanın açılması ile sonuçlanması arasında çok uzun bir zaman oluyor. Bazı insanlar için dava açma masrafı, avukat masrafı ve davaların çok uzun sürmesi caydırıcı oluyor maalesef. Ancak tabii bunlar inatçı T'Pol'ü durduramadı:)

Yıllar evvel çok severek aldığım küçük bir otomobilim vardı. 1997'de 0 Km.'de almıştım. 87,000 Km'ye kadar sorunsuz kullandım ama bir gün su kaynattı. O modellerde hararet göstergesi bulunmuyor ve hararet durumunda kırmızı bir ışık yanıyor ama kırmızı yandığında benim otomobilim çoktan hararet yapmıştı. Servis'i çağırdım, alıp götürdüler. Bana hararet göstergesinin arızalı olduğunu değiştirdiklerini söylediler ve aracımı teslim ettiler.

Araç ertesi gün yine hararet yaptı, üstelik hiçbir ışık yanmadığı için otomobil fokur fokur su kaynattı, yolda kaldım. Servis'i tekrar çağırdım arabayı alıp götürdüler. Beni arayıp, silindir kapağının eğildiğini ve taşlanması gerektiğini söylediler. Yıllardır araba kullanıyorum ve ufacık otomobilin silindir kapağının ne kadar ince olduğunu gayet iyi bilirim. Onlara kapağı tümden değiştirmelerini, masrafa razı olduğumu, o esnada sık sık Istanbul-Ankara arası gidip geldiğim için yolda kalma riskini alamayacağımı söyledim. Bana taşlanmanın yeterli olacağını, riski bulunmadığını ve kapağın fazla eğilmediğini söylediler. Arabayı teslim aldığımda faturamı inceledim. 3 adet silimdir kapak contası yazıldığını görünce servis şefine bir silindir kapağına nasıl becerip üç conta taktıklarını sordum. "Pardon, hata olmuş!" deyip, faturayı düzelttiler.

Bu arada bana sinir geldi durmadan arabayı sağa çekip hararet yapıyor mu diye bakmaya başladım. Ön taraftan da daha evvel hiç olmayan şarıl şarıl bir su sesi duymaya başlamıştım. Su nerede olur? Radyatörde tabii. Bakıyorum radyatörde su seviyesi düşüyor, Servis'i arıyorum, bana "su ekleyin birşey olmaz" diyorlar. İyi de bu su nereye gidiyor? Çaydanlık mı bu altına durmadan su ekleyeyim? Artık arabada bir bidon su ile gezmeye başlamıştım.

Bu esnada İstanbul'dan aldığım iş teklifini değerlendirip, taşınmaya karar verdim ve İstanbul'a gelir gelmez, aracı hemen bir başka servise gösterdim. Bana nereye gittiğini çok merak ettiğim o suyun motor yağına karıştığını ve motorun zarar gördüğünü, yurt dışından bazı aletler getirip, motoru dağıtıp ne kadar zarar gördüğüne bakarak, tamirat yapacaklarını söylediler. En az bir ay arabasız kalacak olmam da cabası tabii. Öfkeden delirdim ve hem otomobilin ithalatçısına, hem üreticisine, hem Ankara'daki servise başvurular yaptım ama bırakın olumlu sonucu adam gibi yanıt bile alamadım.

Avukat bir arkadaşıma durumu anlattım ve dava açmak istediğimi söyledim. Bana uzun sürse bile mutlaka kazanacağını düşündüğünü söyledi.

Hikaye şimdiden uzun oldu. Arkası yarın diyorum......

10 Aralık 2009 Perşembe

Ekonomi Türk'ten: Bir Blog Hırsızlığının Anatomisi

Ülkemizde telif haklarına saygı gösterilmediğini bilmeyen yok. Köşe yazarlarının gazetelerde yayınlanmış yazılarının tamamının alınmasından tutun da korsan kitap yayıncılığına kadar bir çok örnekler karşımıza çıkıyor. DEVAMINI LÜTFEN MUTLAKA EKONOMİ TÜRK'TE OKUYUNUZ!

9 Aralık 2009 Çarşamba

Gençler Birikim Yapmıyormuş...

Bugünkü Hürriyet'in Ekonomi Bölümü'nde şu habere rastladım: Gençler Birikim Yapmıyor

Doğrusu şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Tüketim çılgınlığı memleketi sarmış vaziyette. Gençler herşeye bugün ve hemen sahip olmak istiyorlar. Üniversite biter bitmez iyi para kazanılan bir işte çalışmak, "süratle ve bir an evvel Genel Müdür olmak", her türlü teknolojik ıvır zıvıra sahip olmak, bunları sıkça değiştirmek, havalı bir otomobile sahip olmak ve mümkünse müstakil evde yaşamak, sık sık seyahat etmek...

Bunları arzu etmenin bir sakıncası elbette yok ama bu "şeylere" ulaşmanın zaman alabileceği, herkesin doğru zamanda doğru yerde bulunamayabileceği, herkesin şansının ya da yeteneklerinin bunların tümünü elde etmeye yetemeyebileceği gibi unsurlar bazen unutuluveriyor. İnsanlar kendilerini geliştirmek, daha iyi olmaya çaba harcamak gibi konulara eğilmekten kaçınabiliyorlar. Özgüvenin, şişmiş ego ile karıştırıldığı durumlara sıklıkla rastlayabiliyoruz.

Öte yandan herkes banka kredilerinin dayanılmaz bir cazibesi varmışcasına sahip olmak istedikleri için ağır kredi yüklerinin altına girebiliyor. Borçla yaşam neredeyse norm haline geldi. Oysa bu, insanın aile ve arkadaş ilişkilerini, hatta sağlığını olumsuz etkileyebilecek boyutta bir stres kaynağı olabilir.

Yapılan araştırmanın orijinalini görmedim ama gazete 15-30 yaş aralığını belirtmiş. Bu biraz tuhaf geldi. Elbette 15 yaşında çalışma hayatına atılan kişiler var ama bilemedim yine de... Uzman olmadığım için fazla bir şey söyleyemeyeceğim.

Bu yazı T'Pol tarafından Beğenmezsen Okuma ve Ekonomi Türk Blogları için yazılmış olup, kaynak gösterilmeden ve linki verilmeden paylaşılamaz.

8 Aralık 2009 Salı

Bir İntihal Vakası: Orhan Yaşar Çelik Ekonomi Türk'ten aşırıyor!

Ekonomix daha evvel de Orhan Yaşar Çelik'i uyarmıştı ama arkadaş sanırım oldukça yüzsüz ve bu nedenle utanmadan başkalarının emeğini çalıp kurduğu onlarca saçma sapan sitede reklamlardan para kazanıyor. Ekonomi Türk'ten doğrudan kopyalama yaptığı için sadece Ekonomix'in değil benim ve diğer Ekonomi Türk yazarlarının yazılarını da çalmış. Ben Google'a ihbarda bulundum ama bakalım ne işe yarayacak?

Ekonomi Türk'e bu Orhan Yaşar Çelik denen kişiyi afişe ederek destek vermek istedim. TechGünlük Blogu da aynı konuya değinmiş ve güzel bir yazı yayınlamış. Okumanızı öneririm.

Bı konuyla ilgili Ekonomi Türk'te yayınlanan son yazıları okumanızı ve elinizden gelen desteği vermenizi rica ediyorum. Üşenmezseniz yorumlara bakıp bu adamın aynı zamanda ne kadar terbiye yoksunu olduğunu da görebilirsiniz. Yorumlarda görebileceğiniz üzere zaten doğru düzgün yazı yazabilecek kapasitede bir kişi olmadığı gibi kuru sıkı tehditler savurarak, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor.

İşte yazılar:

Orhan Çelik'in İntihal Listesi
Blog İçerik Hırsızı Orhan Çelik'i Durdurmak için yardım Talebi
Orhan Yaşar Çelik'in İçerik Hırsızlığı
Mali Suçları Araştırma Kurulu, Vergi Kaçakçılığı İhbarı
Araştırmacı Eleman Aranıyor
Oyun Teorisi Uygulaması
TechGünlük Sitesinden Destek

Hasta Müşteri midir? Bal gibi de hem de...

Yıllar evvel Amerika'da yaşarken bir enfeksiyon geçirdim. Sigorta şirketimin beni yönlendirdiği kliniğe gittim ve oradaki doktor ezbere bir antibiyotik yazdı. İlacı 7 ya da 10 gün aldım, bitirir bitirmez sorun yine başladı. Aynı doktor bu sefer başka bir antibiyotik yazdı. Sonuç aynı... Amerikalı iş arkadaşlarımdan biri Müşteri Hizmetler'ini aramamı ve beni bir uzmana yönlendirmezlerse onları dava edeceğimi söylememi önerdi. Unutmayın sene 1990. Çok şaşırdım ama dediğini de yaptım. Türkiye'de o dönemlerde böyle birşey hiç başıma gelmemişti ama tehdit işe yaradı. Hemen beni bir uzmana yönlendirip sorunu çözdüler... Bunu daha evvel anlatmışımdır belki... İlk defa o zaman bir hastanın aslında bir müşteri olduğuna uyandım.

O dönemlerde hasta olarak doktora gittiğimde hizmet satın almakta olduğumu düşünmediğimi, hastanede nasıl davranırlarsa eyvallah demek gerektiğini aksi takdirde sıkıntı yaşayabileceğimi düşündüğümü şimdi daha iyi algılıyorum. Ne kadar yanlış! Gerçi bu durum babamın devlet memuru olması ve ben küçükken hep devlet hastaneleriyle muhatap olmamızdan ötürü olabilir. Oysa devlet hastanesi, özel hastane fark etmez. Orası bir hizmet işletmesi ve adam gibi hizmet etmek zorundalar.

Özel sağlık sigortaları sayesinde son 20 küsur yıldır tamamen özel hastanelerle muhatap olduğumdan daha iyi muamele ve özen bekliyorum. İnsanın yaşı ilerledikçe memnuniyetsizliğini dile getirmesi, haksızlığa karşı çıkması, sesini yükseltip hakkını araması daha bir kolay oluyor galiba.

Bugün canımı sıkan bir olay başıma geldi. Perşembe günü çözülmesini bekliyorum. Bu nedenle şu anda ne olduğunu anlatmayacağım ama hastane ve hasta haklarıyla ilgili...

3 Aralık 2009 Perşembe

Portföyü Gözden Geçirme ve Yeni Yıl Bütçesi Zamanı

Zamanında şu yazıyı yazmıştım. Bir de Ekonomi Türk'te Bireysel Finans 101 serisi yazmıştım. O yazılarda bahsettiğim şeylerden biri de portföyünüzü 6 ayda bir gözden geçirip dengelemenizdi. Yılın son ayı bunu yapmak ve önümüzdeki yıl bütçenizi oluşturmaya başlamak için ideal bir zamandır.

Eğer emekliliğiniz için para biriktiriyorsanız yani uzun vadeyi hedefliyorsanız, portföyünüzde kendi risk algılamanızla örtüşen oranlarda BES, Borsa, HB/DT, mevduat, altın ve döviz bulundurmalısınız. Altın ve döviz bende eser miktardadır.

Yaşınız gençse, geliriniz az bile olsa mutlaka ufak birikimler yapmalısınız. 24 yaşında birisi gelirinden ayda 50-100 TL arası bir parayı tasarrufa yönlendirebilir. Bu paralar 35-40 sene sonra çok işe yarayacaktır, bana güvenin.

1 Aralık 2009 Salı

Ultra Herşey Dahil

Tatil yapmayı, seyahat etmeyi çok severim. Bayram'da Geniş Aile Kaçamağı yapalım dedik, annem, kardeşim, kardeşimin eşi ve eşinin ailesi hep beraber Side taraflarındaki bir Ultra Herşey Dahil konseptli otele kaçtık. Nisan'da da aynı yere aynı ekip ile gitmiştik. Temel olarak bu tür tesislerde kalmam, genelde farklı farklı yerlerde birkaç gün kalarak tatil yapmayı tercih ederim.Zaten bu tür tatil tecrübem de toplam 3 kez ile kısıtlıdır. Tek bir otele gidip, orada kapanıp kalmak bana ters gelir.

Bu kez otel neredeyse %95 yabancı turistle doluydu. Çoğu da emekli olmuş, yaşını başını almış tiplerdi. Bütün gün güneşte yatıp sabah kahvaltısından sonra alkol almaya başlayan bu yaşlılar ordusu Ultra Herşey Dahil'den dibine kadar yararlandılar. Bizler için uzun muhabbetlerin ve balığın yoldaşı olan rakıyı sadece buzla sabahın köründe içmeye başlıyorlar. Racona ters...

İsraf edilen yiyecek ve içeceğin haddi hesabı yok. Bu sistemin çevrenin gelişmesine engel olduğu zaman zaman yazılıp çizilir ki bence de doğru bir gözlem. Otel'den içeri adım attığınızda herşey tertemiz, düzenli ve bakımlı, dışarı adım attığınızda ise tipik gelişmemiş kasaba havası yaygın. Daracık sokaklar, çarpık kentleşme, çirkin binalar, uyduruk dükkanlar...

Kasım ayının sonunda denize girebilmiş olmak beni çok sevindirdi. Soğuk moğuk demedik, uzun uzun yüzdük. İşin o kısmı çok keyifliydi ama gözlemlediğim israf beni çok üzdü. Buna bir çözüm bulmanın imkansız olduğunun da farkındayım. O otel daha sağduyulu davransa, müşteri başka yere gider. Maalesef insanlar virüs gibiler...

24 Kasım 2009 Salı

MUTLU BAYRAMLAR!

Bayramdan sonra görüşmek üzere...

T'Pol

23 Kasım 2009 Pazartesi

Okuma Alışkanlığı

Adettendir okuma alışkanlığı olmayan bir toplum olduğumuzdan bahsetmek, kimi zaman okul kapısında annelerin "bizimkisi hiç okumuyor şekerim, varsa yoksa internet" diye konuşmaları ya da gazetelerin Türkiye'de ortalama okunan kitap sayısı istatistiği yayınlamaları ve bizi Japonya ile kıyaslamaları... Adeta milli sporumuzdur. Oysa o çocuğunu çekiştiren annelere baksanız kendileri de okumuyordur, istatistikleri yayınlayan gazeteciler de...

İnsanların okuması için birşeylere ilgi duymaları gerekir. Geçenlerde bir arkadaşım bana Elif Şafak'ın son kitabını okuyup okumadığımı sordu. "Okumadım" dedim. Bana " aa sen çok okursun halbuki" dedi. Evet okurum ama benim ilgi alanlarım farklıdır. Orhan Pamuk da okumadım bugüne kadar ve bundan utanç da duymuyorum.

Bir de "çok okurum" diyemem doğrusu. İnsan istese haftada birden daha fazla kitap okuyabilir ama ben genellikle yılda 30-40 arası kitap okuyorum. Internet çıktı mertlik bozuldu. Takip ettiğim bloglar oldukça çok vaktimi alıyor.

İkinci Dünya savaşı hikayelerini, gizli servislerle ilgili kitapları, uluslararası komplo teorilerini, casusluk romanlarını, kriminal konulu kitapları, techno-thriller tabir edilen eserleri, bazı tarih ve biyografi kitaplarını, çokça iş dünyası ile ilgili kitapları, son dönemde bireysel finans ve tutumluluk konulu kitapları, az da olsa bilim-kurgu tipi eserleri okurum. Gençken birçok klasik eseri de okumuştum. Sadece Anna Karenina'da havlu atıp, anneanneme bu kitabın diğer ciltlerini okumayacağımı söylemiştim. Bana klasikleri tanıtan rahmetli anneannem de gülerek hak vermişti. Eminim muhteşem bir edebiyat eseridir fakat bana hitap etmemişti. Ne yapalım yani? Taras Bulba, Suç ve Ceza, Savaş ve Barış, Jane Eyre, Gurur ve Önyargı, Uğultulu Tepeler gibi kitapları sevmiştim ama...

Bana sorarsanız (ya da sormasanız bile) önemli olan insanın birşeylere merakının olması ve bu merakı giderecek yayınları takip etmesidir. Hayatımda iz bırakmış birçok kitap var. Bunları eleştirmenlere söylesek bir ihtimal bazılarını yerden yere vuracaklardır. Hızlıca aklıma gelen ve severek okuduğum yazarlar, kitaplar ve konuları aşağıda bulabilirsiniz. Belki okurlarımız arasında da benim ilgimi çeken türde kitapları sevenler vardır:

6-14 yaş arası
Enid Blyton'ın Afacan Beşler (Famous Five) ve Gizli Yediler (Secret Seven) serileri
Baskan Yayınları'nın İdeal Kitaplık ve Pembe Kitaplık Serileri ki maalesef bunların yeni basımları yok, sahaflarda bulabilir, çok da ucuza mal edebilirsiniz. Zamanında bende yaklaşık 150 kitap civarında olan bu serilerin tamamı vardı. Favorilerim arasında Odette Sorensen'in Kare As maceraları, Teğmen X'in Langelot serisi,Paul Jacques Bonzon'un 6 Arkadaş Serisi, Poly serisi, Dostluk Çemberi, Ölüm Seferi, Kayıp Albay, Limandaki Yabancı vardır. Trixie Belden, Hardy Kardeşler tarzı macera romanlarını da Tommiks, Teksas, Kaptan Swing, Kızılmaske gibi çizgi romanları da okudum. Jules Verne'in tüm hikayeleri, Gizli Bahçe, Küçük Lord, Siyah İnci, Çocuk Kalbi (yeni baskılarını kısalta kısalta kuşa çevirmişler), Issızdere'nin Kurtları, Ömer Seyfettin Hikayeleri, Charles Dickens'in klasik eserleri, Üç Silahşörler ve tabii ki Michel Zevaco'nun Pardayanlar serisi...

14-25 yaş arası Shakespeare'in birçok eserini İngiliz Kültür Kütüphanesinden ödünç alıp okumuştum ayrıca 2. Dünya Savaşı Serisine sardırmıştım. Babam da bunlara meraklı olduğundan birlikte Amiralin Kurtları, Pearl Harbour Baskını, Ölüm Denizaltıları: U-Botlar, Çöl Tilkisi, İkinci Dünya Harbinde Casuslar ve Hainler, En Uzun Günün Sırrı (Normandiya Çıkartması) ve daha adını hatırlayamadığım bir sürü kitabın yanısıra "Köstebek" tarzı soğuk savaş dönemi romanlarını da zevkle okumuştuk. Sait Faik, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarlarımızı yani klasik Türk Edebiyatını da severek okudum. Bu arada artık iş kitapları da okumaya başlamıştım. Lee Iacocca'nın Biyografisi bunlardan biridir. Etkili Sunuş Teknikleri, İletişim, Bus 9 to Paradise, Awaken the Giant Within, Hitabet vs. gibi soft skill kitapları da gündemime girmişti.

25-bugüne: Tom Clancy, Robin Cook, John Grisham, Dean Koontz gibi yazarların neredeyse tüm kitaplarını okudum. Tarihle ilgili bazı kitaplar (Bury My Heart At Wounded Knee, Anne Boleyn, Mayalar'in Tarihi vs gibi birbiriyle oldukça ilgisiz konular ve dönemler) okudum. Dan Brown, Clive Cussler, Wilbur Smith tarzı kitaplar da okurum. Amerikan Mafyasına merak sardım, hem Puzo'nun kurgu romanlarını hem de Bonnano, Gambino, Luchese, Genovese ailelerinin gerçek öykülerini okudum. Star Trek Serisi birçok kitap edindim. Rudy Giuliani, Bill Gates, Jay Leno, Burhan Karaçam, Cem Kozlu gibi birbiriyle ve sektörleriyle alakasız birçok kişinin biyografilerine merak sardım. Best Practices, Co-opetition, Bill and Dave (HP), Dünya Düzdür, China Inc., Gümüş Kurşun (Enron), Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü tarzı kitaplar da kütüphanemde yerini aldı. Your Money or Your Life, The Complete Tightwad Gazette, You Can Do It vs. gibi kitaplardan daha evvel de bahsetmiştim. Turgut Özakman'ın kitaplarını da geçtiğimiz yıllarda okudum. Özellikle Çanakkale savaşına dair birkaç kitabım daha var. Çanakkale savaşı önemli bir askeri derstir. Lord Kinross'un Atatürk Biyografisini ve elbette Nutuk'u da okudum. Birçok kitabı yıllar boyunca birden fazla defa okurum. Harry Potter serisinin de tamamını zevkle okudum. İnsanın bazen hiçbirşey düşünmeden hayal dünyasına kayıp gitmesinde fayda vardır.

Tüm bunlar bir çırpıda aklıma geliverenler. Şu sıra okunmak üzere sırada bekleyen kitap ise MI5. İngiliz istihbarat teşkilatına dair yeni bir kitap. Bunu İngiltere'de iken birkaç günlüğüne ziyaret ettiğim arkadaşımın eşi hediye etti. Istanbul'a dönmeyi sabırsızlıkla beklediğimi söyleyebilirim.

Kitap pahalı diyenler kullanılmış kitaplar alabilir ya da kitapları arkadaşlarıyla değiş tokuş edebilirler. Okuma zevkine sahip olmak için ille de para harcamak gerekmiyor.

22 Kasım 2009 Pazar

Alışveriş Sezonu

Uzun zamandır gerekmedikçe kalabalık ortamlara girmiyorum zira, hastalık sezonunu hasarsız atlatmak istiyorum. Birkaç gündür Ankara'dayım. Bugün kardeşim, eşi, annem ve ben biraz dolaştık. Baktım millet hem bayram hem de yılbaşı alışverişine sardırmış. Biz bayramı ailece Ankara dışında geçireceğimiz için öyle bir telaşemiz yok. Uzun zamandır aile yılbaşı hediyesi faslını kaldırmak istiyor ama her sene yine birbirimize hediye alıp duruyoruz.

Tutumluluktan yana olan ben bile bu hediye konusunu kapatmayı reddedenlerdenim. Nedense çarşıya çıkıp dolaşmak, seçtiğim hediyeleri güzel paketlere sardırtmak hoşuma gidiyor. Fakat bu yılbaşı Ankara'ya gelmeyi düşünmüyorum. Sanırım valide de yılbaşını İstanbul'da benimle birlikte karşılayacak.

Hali vakti yerinde olup da bütçesini zorlamayacak olanlara bir sözüm yok. Bütçelerine uygun olarak bayram ve yılbaşı hediyelerini alıp, etraflarındaki insanları sevindirsinler elbet. Fakat brüt ücret alan sabit gelirli insanların bütçeleri yılın bu son aylarında iyice sıkışır. Daha önceden bayramı ve yılbaşını düşünerek kenara para ayırmadıysanız ve kredi kartı sağolsun, sonra öderiz diyenlerdenseniz, kendinize bir iyilik yapın ve bu yıl ya çok minik ama kullanışlı hediyeler verin ya da hediye faslını maddi şeylerle kısıtlamayın. Kardeşlerinize ya da yakın arkadaşlarınıza çocuk bakıcılığı yaparak onların bir gece de olsa eşleriyle başbaşa kalmalarına yardımcı olabilir, bir büyüğünüzün uzun zamandır yapmak istediği bir badana işine yardımcı olmayı teklif edebilir, yaratıcılığınızı konuşturabilirsiniz.

Hediye Çeki vermek bizim toplumda nedense tuhaf karşılanıyor oysa yine aynı toplum altın hediye edilmesini gelenek haline getirmiştir. Ha hediye çeki, ha para, ha altın ne fark eder? Gerçi son dönemde altın fiyatları arttığı için artık altın cazip bir hediye aracı olmaktan çıktı.

Umarım bütçelerinizde koca koca delikler açmadan bu sezonu atlatırsınız. Şimdiden İYİ BAYRAMLAR!

13 Kasım 2009 Cuma

Başlık bulamadım...

Aylardır dikkatimi çekmekte olan birşey var:

Hürriyet Gazetesi'nin Ekonomi sayfasına girin. Sağ üst tarafta Özel Röportajlar köşesini onun altında birkaç haberi ve daha sonra da maddeler halinde sıralanmış bazı haber başlıklarını göreceksiniz. Bu haber başlıklarından biri "Aydın Doğan bizim için iyi bir vergi mükellefi" başlığıdır ve her gün değişmeyen tek haber budur. İlk yayın tarihi 16 Nisan 2009 olan bu başlık ve haber o günden beri aynen olduğu yerde durmaktadır. Adeta bilinç altınıza işlemesi hedeflenmekte ve ısrarla eski bir haber olduğu halde her gün yeni haberlerin başlıklarıyla birlikte verilmektedir.

Hükümeti pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Aydın Doğan da babamın oğlu değil. Yani bu hükümet ve Aydın Doğan çekişmesi konusunda taraf değilim. Hürriyet Gazetesi'nin Internet versiyonunu yöneten kişinin işgüzarlığı mıdır, daha büyük bir yerden gelen bir emrin eseri midir bilmem ama haber orada tek değişmeyen haber olarak durup duruyor...

12 Kasım 2009 Perşembe

Kariyer Danışmanlık firmaları üstüne...

Yıllar boyunca defalarca danışmanlık firmalarıyla muhatap oldum. Kimiyle iyi tecrübeler, kimiyle tuhaf tecrübeler yaşadım. Bu işi çok ciddiye alarak yapan firmalar olduğu gibi lakayt bir şekilde yapanlar da var.

İş arayan insanlar özellikle de çalışmıyorlarsa zaten kırılgan bir modda oluyorlar. Hal böyleyken yaptıkları her görüşme onların hayatında önemli bir mihenk taşı haline gelebiliyor. Karşıdaki danışmanlık firması işini ne kadar ciddiye alıp, ne kadar iyi yapıyorsa, iş arayanlar için o kadar faydalı oluyor. Görüşmeler olumsuz sonuçlansa dahi kişiler danışmanlık firması hakkında iyi düşünceler besliyor ve onları başkalarına tavsiye edebiliyorlar. Bir de madalyonun öteki yüzü var maalesef. Bazı firmalar görüşmelerin olumsuz bir sonucu olduğu takdirde adaya dönmeyi ihmal ediyorlar ya da iki ay sonra kuru bir mail gönderebiliyorlar. Sürecin uzun olabileceğini hepimiz anlarız. Adaylar merak içinde beklerken, onlara süreçle ilgili bilgi vermek, short-list'e kalıp kalmadıklarını bildirmek ne kadar zor olabilir ki?

Bundan yaklaşık 6-7 ay evvel bir İK Danışmanlık firması ile bir görüşme yaptım. Akabinde de ilgili firma ile görüştüm. Sonra hiç ses çıkmamasından ben uygun bulunmadığımı anladım ve konunun üstünde de durmadım. Yaklaşık iki ay sonra İK firması beni aradı ve aramızda şu şekilde bir görüşmne geçti:

- T'Pol Hn. merhaba ben XYZ Danışmalık'tan Falanca, nasılsınız? Size birisi hakkında referans sormak istiyoruz. Daha önce çalıştığınız ABC Firmasından Feşmekan beyi nasıl bilirsiniz?
- Falanca hn. teşekkür ederim iyiyim ama ben Feşmekan Bey'i ABC firmasından değil, DEF firmasından tanıyorum...
- Aaaa öyle mi? Neyse sizce nasıl bir yöneticidir?
Ben kibarca hakkında olumlu düşünceler beslediğim kişi hakkında düşündüklerimi söyledikten sonra dedim ki:
- Fikrime güvenip bana referans sorduğunuz için teşekkür ederim ama iki ay evvelki görüşmeden sonra bana olumlu/olumsuz hiçbir geri dönüşte bulunmadınız. Olumlu olmadığını tabii ki tahmin ettim ama sizden en azından bir geri dönüş beklerdim.
- Ah ben sizi filanca hn. aradı diye biliyordum, kusura bakmayın...

Bu yaklaşım bence ciddiyetsiz bir duruş. Sözkonusu firma hakkında iyi şeyler düşündüğümü söyleyemeyeceğim.

Öte yandan bir tuhaf tecrübeyi de yaklaşık 1 yıl önce beni kendiliğinden arayıp tanışmak isteyen başka bir firmayla yaşadım. Kalkıp taa öteki yakaya gittim ama benimle görüşme yapan hanım adeta beni yanlışlıkla çağırmışlar da bir an evvel paketleyip göndermek istiyorlarmış gibi bir izlenim bıraktı. Gittiğime pişman oldum.

Bundan bir süre evvel danışmanlık firmaları listesi yayınlamıştım. Önümüzdeki günlerde güncellenmiş halini tekrar yayınlamayı planlıyorum. İkinci örnekte bahsettiğim firmanın bir temsilcisi bana kendi firmalarını da listeme ekleyip yayınlamamı rica ettiklerini belirten bir e-posta atmış. Ben de kendisine memnuniyetle yayınlayacağımı söyledim ve hazır sırası gelmişken başımdan geçen tatsız tecrübeyi de naklettim. Kendisinden bana şu ana kadar nezaketen de olsa bir "ah çok pardon, nasıl olmuş bilemiyoruz" tipi idare-i maslahat bir mesaj bile gelmedi. Eh şimdi düşünüyorum, listeye onları ilave etmeli mi etmemeli mi? Sonuçta onlar açısından çok da önemli bir problem olmaz. Ancak, iş arayanlar için önemli olabilir. Benim için iyi bir tecrübe olmasa bile bir başkası için yeni işini bulmak anlamına gelebilir. Siz ne dersiniz sevgili okuyucular?

11 Kasım 2009 Çarşamba

Artık sizi müşterimiz olarak görmek istemiyoruz...

Başlıktaki söz ölçüyü kaçırıp ortalığı velveleye verdiği için bir restaurant sahibinin bir müşterisine verdiği ültimatom değil. Kendi halinde efendi bir İngiliz'in geçtiğimiz haftalarda bankasından aldığı kibar mektubun taşıdığı bir mesaj.

Malum son iki haftayı İngiltere'de geçirdim. Bu arada İngiliz, İskoç, Nijeryalı, Tayland'lı, Tayvan'lı ve İtalyan insanlarla birarada bulundum. Akşamları ufak gruplar halinde takılıp yemekler yedik. Martin isimli katılımcı bu yemeklerin birinde sözkonusu hikayeyi anlattı. Çoğumuzun yaptığı gibi o da birden fazla bankanın müşterisiymiş ama son yıllarda yoğunlukla biriyle çalışır hale gelmiş. Yine de kendisine bu mesajı atan bankada hesapları ve o bankaya ait ara sıra kullandığı bir kredi kartı varmış. Derken bir gün bankasından son derece kibar yazılmış ama özetle artık kendisini müşteri olarak görmek istemediklerini ifade eden, hesaplarını ve kredi kartını kapatması için belli bir müddet veren bir mektup almış. Anlatışından yaşadığı şaşkınlık ve hayal kırıklığı net bir şekilde anlaşılıyordu. Hatta en azından telefonla görüşülmeyi hak ettiğini düşündüğünü ve kuru bir mektupla adeta bankasından atılmış olmayı gururuna yediremediğini de söyledi.

Kendimi düşünüyorum: Bankalardan kredi kullanmıyorum, kredi kartlarımı her ay düzenli olarak ve tamamen ödüyorum. Bankaların benden kazandığı tüm para hesap işletim ücreti ve EFT ile havalelerden aldığı para. Ya bir gün bu kadarcık şey için benimle çalışmayı istemezlerse? Evet hesaplarımda para var ve bu paraları da bir şekilde işletip kullanıyorlar ama ya bu paraların uğraşmaya değmeyecek miktarlar olduğuna kanaat getirirlerse? Ne yapacağız o zaman? Fazla paralarımızı bankaya yatıramadığımız için yorganlara mı dikeceğiz? Küplere doldurup bahçeye mi gömeceğiz?

Martin'in başına geleni bir müşteri gözüyle asla anlamama imkan yok. Yahu adam getirmiş parasını bankana yatırmış, daha ne yapacaktı? Yastık altında mı tutsaydı? Birçoğumuz için bankalar sadece paramızı güvenle saklayabileceğimiz mekanlar öyle değil mi?

10 Kasım 2009 Salı

Resimler...

İşte seyahatimden bazı resimler:
Otel odamdan Milton Keynes


Windsor Şatosunun bahçesinden bir kısım


Eton'dan Windsor'a geçerken köprü üstünden majestelerinin kuğuları ve Thames nehrinin bir kolu

Birkaç farklı resmi de Frugal@Istanbul'da bulabilirsiniz.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Ben geldim! Önce özetler...

Çok şükür memlekete gelmiş bulunuyorum. İlk etapta İngiltere seyahat izlenimlerimden kısa bir özet geçiyorum:
1. Türk Hava Yolları hostesleri çok suratsız. Eskiden boya küpüne düşmüş gibi makyaj yaparlardı. Bu alışkanlığı terk etmiş görünüyorlar.
2. THY kalkış ve varış konusunda bu uçuşta oldukça iyiydi, sorun yaşamadık.
3. İngiltere'de tren ve metro sistemleri çok gelişmiş. Daha önceki gidişimde çok farkına varmamışım ama bu sefer kesinlikle bayıldım.
4. Londranın civarı çok yeşil. Çok sayıda ırmak ve göl var. İnsanlar doğaya çok saygılı. En ufak bir pislik görmedim.
5. Sokakta başıboş kedi köpek yok.
6. Alışveriş merkezleri Pztesi, Salı, Çarşamba ve galiba Pazar da 18:00'da diğer günler 20:00'de kapanıyor. Çok gıcık bir durum.
7. İngiltere Amerika'ya kıyasla çok çok pahalı, bizimle kıyasla mesela süpermarkette temel gıda ürünlerinde bizden ucuz diğer ıvır zıvırda bizimle başabaş.
8. Trafiğin soldan olması çok uyuz. Geleneklere bağlılığın bu kadarı sinir bozucu.
9. Musluk suyu içilebilir. Kimse şişe ya da damacana suya para vermiyor.
10.İçki çok ucuz bu nedenle olsa gerek, muazzam bir alkolizm problemi yaşıyorlarmış. Sokakta kedi köpek yok ama sarhoşluktan yürümekte zorlanan insanlar var.
11. Yemekten anlamıyorlar. Enternasyonal zincir restaurantlarda bile yiyecekler lezzetsiz. Amerika'daki Pizza Hut ile Türkiye'deki Pizza Hut arasında lezzet farkı pek yoktur ama bunların Pizza Hut'ı bile lezzetsiz. Hint yemekleri çok popüler ama bize göre fazla baharatlı.
12. Devletimiz Duty Free'ye kısıtlama getirerek süper salakça bir işe imza atmış. Çikolata 1 kilo, parfüm 500 ml.ile kısıtlı. 10 gram fark nedeniyle aldığım çikolata paketlerinden birini bırakmak zorunda kaldım. Size ne kardeşim? Keyif benim, para benim ne diye kısıtlarsınız? Haydi içki sigaraya karşılar, kısıtlama getirdiler diyelim, çikolatadan ne isterler anlamam. Bir daha sefere mecburen başka memleket Duty Free'sini zengin edeceğiz. Belki Duty Free sahiplerini bu işten vazgeçirip mağazaların yandaş şirketlere satılmasını müteakip bu kuralı değiştirirler. Komplo kokusu aldım.
13. Domuz Gribi konusundaki panik bize mahsus. Yabancıların umurunda değil. Havaalanlarında maskeli görevli bile yoktu.
14. İskoçlar kendilerini İngiliz saymıyorlar ve aksanları oldukça farklı. İlk duyduğunuzda şaşırıyorsunu ama anlaşılmaz değil.

25 Ekim 2009 Pazar

Bana iki hafta müsaade...

Dönüşte fotoğraflar ve yeni yazılar yayınlayacağım. Ben yokken herkes uslu dursun, memlekete mukayyet olun. Kimse yeni arızalar çıkartmasın. Sağlıcakla kalın...

22 Ekim 2009 Perşembe

Öküz Gribi, Cep Telefonu ve Dolmuş Yolculuğu

Bugün akşam saatlerinde dolmuşa bindim. Doğal olarak ayakta yolcu filan derken gereksiz samimiyette bir sürü insan tıngır mıngır yoğun trafikte yol almaya başladık. Tam tepemde duran kadın ağzını hiç kapatmadan hırıltılı bir şekilde öksürerek iğrenç tükürüklerini ve kimbilir ne tür mikrop, virüs ve bakterilerini bendenizin yeni yıkanmış saçlarına püskürtünce ister istemez çok da kibar omayan bir tavırla kendisine tepki gösterdim. Utanmadı ve özür dilemedi. Yuh diyorum! Bu memlekette domuz gribi de olur, öküz gribi de...

Önümde oturan 20 yaşlarında saçlarını simsiyah boyamış bir kız da dolmuş yolculuğu boyunca asgari 32 dk. (bir noktadan sonra saat tuttum, 32 dakika kayıtlı süredir ondan öncesini bilemeyeceğim) sevgilisine cep telefonundan cilve yaptı. Gayet rahat ve yüksek sesle konuştuğu için biz tüm yolcular aşk hayatı hakkında bilgilendik ve kızın yaklaşık 200 sözcüğü aşmayan bir repertuvarla konusmasına şahit olduk. "Laf" kelimesini söylerken "a" sesini, "kalas" sözcüğündeki gibi söylediği için ve bu sözcüğü çok fazla kullandığı için bir ara kafayı takıp kaç kere "laf" dediğini de saymaya çalıştım ama 16'dan sonra sıkılıp takip edemedim. Muhtemelen maaşının tamamını cep telefonu şirketine veriyordur. Başarılarının devamını dilerim.

Motor ile karşı yakaya geçtim ve sonra da bir dolmuş ya da otobüs yolculuğu daha yapmaya cesaret edemedim. Bendeniz tutumlu T'Pol taksiye 30 TL verdim ve arabayla gitmediğim için de bin kez pişman oldum.

Tez zamanda bir ıssız adaya yerleşmek istiyorum. Bu ne ya!

18 Ekim 2009 Pazar

Özensizlik

Şu anda TV'de bir program izliyorum. Programda bir firmanın üst düzey yöneticisini konuk etmiş röportaj yapıyorlar. Sözkonusu kişi düzgün aklı başında birine benziyor ama üstünde öyle bir gömlek kravat var ki inanılmaz. Gömleğin üst düğmesi belli ki kapanmıyor. Üstüne özensizce takılmış çarpık duran kravat korkunç görünüyor. Pazar günü yayınlanan bir programa hatta bence hiçbir programa kravatlı ceketli çıkmak gerekmiyor. Yok ille de kravatlı ceketli çıkacağım diyorsanız, jilet gibi düzgün olmalısınız.

Son yıllarda business/casual tabir edilen nispeten spor ama düzgün bir giyim tarzı yaygınlaşıyor. Erkekler için kravat/ceketin rahatsız bir kıyafet olduğunu tahmin ediyorum. Kravatsız, spor bir gömlek ve koyu renk bir ceket çok daha güzel dururdu.
Belli ki parası pulu ve pahalı bir hobisi olan birisinin kılıksız bir şekilde kamera önüne çıkmasını en azından ayıplıyorum.

Çalıştığım şirketlerden birinde her zaman tertemiz yeni ütülü gömlekler ve pantolonlar giyen bir çayçımız vardı. Kendisini bir gün bile traşsız, saçı fazla uzamış ya da dağınık görmedim. İşine de çok sadık biriydi. Çok fazla koşuşturduğunu bildiğim için bazen çay ocağına gidip kendi çayımı kahvemi alacak olsam, "siz beni arayın ben getiririm, bu benim işim T'Pol Hn." derdi.

Alışveriş merkezlerinde şık giyimli genç kadınlara rastlıyorum. Uzaktan hoşlar fakat bazıları öyle bir ter kokuyor ki, bütün o dış görünüş uçup gidiyor. Her gün duş alacak durumu olmayan pekala önce sabunlu bir bezle silinip, sonra ıslak bir bezle durulanabilir ve deodorant kullanabilir. Deodorant pahalı birşey değil ve sprey formunda olmayanlar hem çok uzun süre dayanıyor, hem de çok etkili.

Yani diyeceğim o ki düzgün ve derli toplu gözükmek için çuvalla para gerekmiyor. Biraz özen yeter. Bunu kişi başkaları için değil kendi için yapmalı...

Okur Sorusu: Ya Altın?

Sürekli okurlarımdan Berna Hanım, altın biriktirmek iyi bir fikir mi diye sormuş. Benim altına yaklaşımım da dövize olandan farklı değil. Çok fazla spekülatif hareketler olan piyasalar bunlar.

Ben altın almıyorum ama hediye gelirse bir kenara koyuyorum, bozdurmuyorum.

Şu linkten çeşitli dövizler bazında 30 yıllık altın fiyatlarına ulaşabilirsiniz. Şu anda altın fiyatı dolar bazında 30 yılın en üst seviyesini bulmuş durumda, hal böyleyken bence yatırım olsun diye altın alınmaz.

Bir de Deniz Gökçe'nin 9 Ekim tarihli yazısının son bölümüne bakmak isteyebilirsiniz.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Ekonomik Gelişmelerin Tasarruflarımıza Etkisi

Burada daha evvel sık sık para biriktirmek gerektiğini, emeklilikte SGK'dan fazla hayır göremeyeceğimizi, borsa, mevduat, DT/HB gibi enstrumanlardan kendi risk anlayışımıza göre bir portföy yaratmamız gerektiğini yazdım. Döviz biriktirmediğimi ve ayrıca 2004 yılından beri Bireysel Emeklilik hesabımın olduğunu da belirtmiştim.

Mevduat faizlerinin düşmesi, borsanın yükselmesi ve dövizin karasızlığı eminim benim gibi sizlerin de aklını karıştırıyordur. Hatta faizler bu seviyeye gelmişken tasarruf etmenin manasız olduğunu ve parayı harcamak gerektiğini söyleyenler var. Bundan daha yanlış birşey olamaz. Başka borcu olmayan ve 3-6 aylık geçinme parasının haricinde (ben 1 yıllık diyorum) birikmiş parası olan kişiler için gayrimenkul özellikle de dükkan almak anlamlı olabilir. Eğer kendi evinizde oturmuyorsanız ev almak isteyeceksiniz ama bazen birikimler azsa, bankadan alınacak borcun da fazla olmaması için daha ufak bir yatırım yapmak daha doğru olabilir. Bu bakımdan dükkan almayı tercih edebilirisniz ama bu konuda çok dikkatli olmak lazım. Bu işten anlayan kişilere danışmanızı öneririrm.

Memursanız 3-6 aylık geçinme parası dediğim acil durum fonunu 3 aya düşürebilirsiniz. Ancak iş güvencesi olmayan kimselere bunu önermem. Örneğin bir yatırım yaptınız ve banka kredisi kullandınız. Artık düzenli olarak yapmanız gereken aylık ödemeleriniz var demektir. Eskaza işinizi kaybedecek olsanız, iş ararken ödemelerinizi yapacak ve hayatınızı idame ettirecek paranızın olması şarttır. Kolayca iş bulamama ihtimaline karşı yatırımı satacak zamanınızın da olması gerekir.

Eğer yukarıda belirttiğim koşulları sağlayamadıysanız yani borçlarınız varsa ve de acil durum fonunuz çok küçükse gayrimenkul yatırımına girmenizi şahsen önermem ancak para biriktirmeye kesinlikle devam etmek gerekir.

Döviz konusunda ne düşündüğümü soran okuyucularım var. Açıkçası hiçbirşey düşünmüyorum zira dövizin ne olacağını kestirmek benim gibi ekonomi uzmanı olmayan biri için imkansız. Hatta uzman olduğunu söyleyenlerin bile geçmiş tahminlerini gördük. Benim ne gelirim, ne de herhangibir giderim döviz cinsinden değil. Hal böyleyken döviz ile ilgilenmiyorum.

Düzenli bir gelirim olmadığı için şu sıra yatırım yapacak durumum da yok. O nedenle statüyü koruyorum. Önümüzdeki aylarda danışmanlık/eğitmenlik işlerinden para kazanmaya başlamayı umuyorum. O da düzensiz bir gelir olacağı için şu sıra freelance çalışan, düzensiz gelirle bütçe yapan insanların bloglarını takip ediyorum. Bundan sonraki kariyerimin tamamı düzensiz bir gelir ile başa çıkmamı gerektirebilir. Eğer sağlığım elverirse 60 yaşına kadar çalışmak niyetindeyim. Daha evvel emekli olmak hem büyük lüks hem de danışmanlık/eğitmenlik işi zaten her gün 9'dan 18'e bir iş değil. Çalışarak dahi olsa evde geçirilen zaman oldukça fazla ki, bu da bazı masrafların azalması demek. Bakalım nasıl olacak? Yaşayıp göreceğiz.

16 Ekim 2009 Cuma

Farklı Stoklar:)

Uzun zamandır yazıları ihmal ettim ama geçerli sebeplerim var. Daha sonra bunlardan bahsedeceğim.

Stok yapmayı sevdiğimi ve özellikle kağıt ürünler stoklamak konusunda uzman olduğumu biliyorsunuz. Herkesin farklı stok anlayışı var. Birkaç arkadaşıma sordum ve size farklı yaşam tarzları ile farklı stok listeleri buldum!

İki çocuklu 5 kişilik bir ailenin stokladıkları:
Çocuk Bezi ve ilgili ürünler
Küçük top kekler, bisküvi vb.
Ufak kutularda meyve suyu
Çamaşır deterjanı
Makarna
Çocuk giysileri
Ateş düşürücü ilaçlar

Yalnız yaşayan 30'lu yaşlarda bir erkeğin stokladıkları:
Bira
Kola
Cips, kuruyemiş gibi abur cuburlar
Çorap ve iç çamaşırı (temizi kalmadığı zaman sürekli yenilerini almaktan asgari 2 sene yetecek kadar çorabı varmış:)
Parasetamol içeren ilaçlar (içkili akşamların ertesi mutlaka gerektiği için)

T'Pol'ün stokladıkları:
Tuvalet Kağıdı (üşenmedim baktım 54 rulo)
Mutfak Havlusu (16 rulo)
Cep mendili (25 paket)
Diş Fırçası (7 adet)
Çamaşır Yumuşatıcı (5 lt.)
Çarşaf Takımı (Hiç kullanılmamış 2 takım, ne zaman gerekir bilinmez)
Havlu (5 yıl yetecek kadar herhalde)
Şampuan ve Vücut şampuanı (8-9 ay yetecek kadar)

7 Ekim 2009 Çarşamba

Yetişkin Olmak

Etrafımda 30'lu 40'lı yaşlarında hala yetişkin olamamış bazı insanlar görüyorum. Aldıkları ve alamadıkları kararlarda hep ebeveynlerinin izi var. Kabahat kimde? Çocuklarını bir ömür boyu koruyup kollamak gibi bir misyon edinip bunu abartan ebeveynlerde mi, yoksa aldığı eğitime ve yaşına bakmadan hala anne ya da babasının uydusu olan "çocuk"larda mı?

Bizim toplumumuzun geleneğinde çocuklara aşırı düşkünlük var. "Ben bu çocuğa elimden gelenin en iyisini verdim, okuttum, büyüttüm, hayatını kazanabilen ve kendi ayakları üstünde durabilen bir birey yetiştirdim. Bundan sonrası ona kalmış. Hayatına kendisi şekil vermeli, geleceğine sahip çıkmalı. Benden destek isterse elbette yanında olurum ama herşeye karışmam, hayat onun hayatı!" diyen kaç ebeveyn var? Doğrusu rahmetli babam yaşasaydı eminim daha müdahil bir ebeveyn olurdu. Aşırı evhamlı bir kişilik olarak ihtimal o ki hayatımıza fazlaca karışırdı. Şükür ki, annem böyle değildir. Sevgisini ve desteğini hiç esirgemeyen ama önemli kararlarda sorulmazsa asla fikrini söylemeyen, söylese bile dayatmayan biridir. Bence ebeveynler böyle olmalı.

Yakın bir dostumun bir arkadaşı 3. evliliğini yaptı. Gerekçesi de annesinin baskısı! Bu bahsettiğim kişi 40'ını aşmış, saygın bir mesleği ve parası olan bir kadın. Bu saatte hangi anne baskısı? Annesi de öyle bir anne ki, kızına 3. eşini bulduğunda(!?) kendi kocasını toplantıdan çıkartıp, müjde verecek kadar tuhaf biri.

Evlenirken evde iğneden ipliğe herşeyi eksiksiz satın alan sonra da 2-3 sene borç içinde mutsuz olan nice insanlar var. Bana yazan birkaç okurum bu konuda genellikle ailelerin baskısı ve herşeyin dört dörtlük olması talebiyle işlerin bu hale geldiğini, eşleriyle bir sinemaya gidecek para ayıramayacak kadar borca girdiklerini anlatıyorlar.

Yetişkin olmak, kendi kararlarını alabilmek, bu kararlarla yaşayabilmek,kişinin kendi hayatını kendinin yönetmesi demektir. Elbette bazı kararları alırken daha deneyimli insanlara danışmak, arkadaşlarla fikir alışverişinde bulunmak gerekebilir. Ancak günün sonunda bir yetişkin bir karar verdiğinde o karar artık kendisine aittir. Falancanın ya da feşmekanın kendisini etkilemiş olmasından yakınması anlamsızdır. Yine geçtiğimiz günlerde bir beyaz eşya alan 40'ını aşmış bir arkadaşım, kardeşi ve babasının kendisini etkileyip istemediği bir modeli seçmek durumunda kaldığından bahsediyordu. Yahu "hayır ben onu değil bunu beğendim, para benim, karar benim, ben bu modeli alacağım!" desene! (Tabii bunu daha makul şekilde ve yumuşak söylemek mümkün).Bunu demek yerine her fırsatta her tanıdığına kardeşi ve babasının bu kararı nasıl olumsuz yönde etkilediklerini anlatmayı tercih ediyor.

30'unu geçenler için artık çok geç olabilir ama gençler sözüm size: Lütfen kendinize güvenin ve hayatınızla ilgili akıllı kararlar alabilecek yetişkinler olduğunuzu gösterin. Desteksiz ayakta durabileceğinizi bunun ailenizle olan yakınlığınızla bir ilgisinin olmadığını anlayın, anlatın.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Ortak ATM Konusu

Bugün bir okuyucum ortak ATM'ler konusunda ne düşündüğümü sormuş. Bence tipik olarak fazla okuyup, incelemeyen, aldığı haberi kendi açısından değerlendirip aslını astarını araştırmayan memleketim insanı bir hayli kazık yedikten sonra kendini bu kez de ATM mağduru ilan edip mızmızlanacak.

Bildiğim kadarıyla İş Bankası, Ziraat, Garanti, Akbank gibi büyük bankaların gayet yaygın ATMleri var. Ortak ATM uygulaması küçük ve fazla ATM'si olmayan bankaların müşterileri için cazip gibi görünse de bu müşteriler başka bankaların ATM'lerini kullandıklarında işlem ücreti ödemek zorunda kalacaklar. Esasında bunda eleştirecek bir yan da görmüyorum zira yatırımı yapan, yapmayandan elbette bir katkı payı alacaktır. O pay da doğrudan müşteriye yansıtılacaktır. Esas eleştirilebilecek husus bu yansımanın tutarıdır.

Örnekler (Bankaların web sitelerinden alınmıştır)

YKB Başka Banka ATM'sinden para çekme 3,5 TL, Bakiye Sorgulama 0,50 TL
İş Bankası müşterilerinin diğer banka ATM’lerinden nakit para çekmesi durumunda işlem başına işlem tutarının yüzde 1'i artı maktu 1,70 TL ve bakiye sorma işlemlerinde ise maktu 0,25 TL
Ziraat Bankası Nakit Çekim %1+0,75 TL, Bakiye Sorma 0,20 TL
TEB Express’ler haricinde diğer banka ATM’lerinde yapılan işlemlerden işlem başına 3 TL; bakiye sorgulama işleminden 50 KR ücret alınmaktadır
Fortis dışındaki ATM'lerden para çekme işlemi için 4 TL, bakiye sorma işleminden 50 KR ücret alınmaktadır.

Bence tüm yukarıdaki ücretler fahiş. Dolayısıyle ben acil durumlar dışında başka bankaların ATM'lerinden para çekmeyi düşünmem. Bugüne kadar buna ihtiyaç hissetmeyecek şekilde kendimizi planlayabildiysek, bundan sonra da aynısını yapmaya ve kendi bankalarımızın ATM'lerini kullanmaya devam diyorum.

Haklı bir Görüş ve Bir Çelişki

Bugünkü Hürriyet Gazatesinde bir haber dikkatimi çekti.

Her zaman söylediğim konulara sayın yönetici de dikkat çekmiş. Çoğu insanın gücünün ötesinde para harcadığına değinmiş. Cep telefonları konusundaki gözlemine ben de katılıyorum.

Çelişki meselesine gelince bugün İGDAŞ'tan gelen faturada bilgi güncellememiz ve de T.C. Kimlik numaramızı İGDAŞ'a bildirmemiz isteniyordu. Bu bildirimi yapmanın her yolunu mümkün kıldıkları için kendilerini tebrik ediyorum. Fax, telefon, Çağrı merkezi, elden bırakma, e-mail ya da Internet seçeneklerinin hepsi tamam.

Doğal olarak ben Internet sitesinden bu bilgiyi güncellemek istedim. Sorumlu bir vatandaş olarak hemen siteye girdim, bilgi güncelleme kısmına tıkladım. TC Kimlik numarası haricinde Cep, Ev, İş telefonu ve adres güncellemesi de isteniyordu. Ancak, web sitesinden yapılan güncellemede her nasılsa cep telefonu ile bildirim zorunlu alan olarak belirtilmiş. Onun yanında kırmızı bir yıldız vardı. Bu bilgiyi eksik bırakıp sadece ev telefonumu girdim ama sistem cep telefonumu girmem gerektiğini belirten bir uyarı verdi. Ben de gıcık olduğum için 5XX 000 0000 girdim, umarım öyle bir numara yoktur:)

Mecbur mu herkes cep telefonu sahibi olmaya? Zaten diğer bildirim şekillerinde cep telefonunu mecbur tutma imkanları yok. Kurumsal duruşlar ayrıntılarda gizlidir. Genelde İGDAŞ bence çok yenilikçi ve iyi çalışan bir kurum (hizmet açısından söylüyorum). Bu ufak hatayı yapmalarını beklemezdim. E-mail atıp, uyaracağım kendilerini... Eminim çabucak düzeltirler.

4 Ekim 2009 Pazar

Amerikan Bankaları Hakikaten Aptal Olmalı...

Geçen akşam geç saatte belgesel kanallarından birini izliyordum. Kocasını öldüren katil bir kadınla ilgili bir programdı. Kadın gelirinin çok üstünde yaşamaya meraklı, inanılmaz savurgan bir tip. Bir gün yazdığı kitabı yayınevine sattığını ve bunun karşılığında 400,000 USD alacağını söyleyerek, yayınevinden gelen mektuba karşılık bir bankadan 30,000 USD kredi alıyor. Foyasının ortaya çıkmasına yakın bir zamanda ise kocasını vuruyor ve kaza olduğunu iddia ediyor. Adamın ilk eşi polisi uyarmasa, dava kaza olarak neredeyse kapatılacakmış ama kadın sonuçta bu işten paçayı kurtaramamış.

Enteresan olansa şu: Adamın öldürülmesinden evvel, kadının bu yazarlık başarısını kutlamak isteyen yakın dostları bir parti düzenlemek istiyorlar ve kitabın ne zaman yayınlanacağı gibi bazı bilgileri almak için yayınevini arıyorlar. Yayınevi böyle bir projenin olmadığını söyleyince de çok şaşırıp, kadının eşine durumu anlatıyorlar. Ancak, her nasılsa kadına uyduruk bir mektuba karşılık 30,000 USD kredi açan bankanın aklına yayınevini aramak gelmiyor. Böyle bankacılar olduktan sonra, Amerikalıların başının dertten kurtulmamasına ve türev araçlar nedeniyle son krizin patlamasına şaşmamak gerek.

Bizde bu tür bir lakaytlık olamaz. Olsa olsa devlet bankalarını dolandıran politikacılar ve yakınları olur. Uyduruk bir ahır gösterip büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapacağını beyan edip, neredeyse faizsiz kredi alan birileri olmuştu diye hatırlıyorum. Büyükbaş hayvancılıkla uğraştığı kesin de hayvanın cinsi farklı...

28 Eylül 2009 Pazartesi

Talihsiz bir reklam sloganı

TT'nin son çıkardığı ve bir VoIP uygulaması olan Wirofon için seçtiği slogan: Cebi Hafifleten Teknoloji!

Niyet belli ki iyi. Cep telefonu faturalarının hafifleyeceğine vurgu yapılmak istenmiş ama esnek dilimiz sayesinde tam tersi bir anlam da içeriyor. Komik olmuş velhasıl.

Ürünü denemedim, deneyen varsa ve görüşünü paylaşırsa sevinirim.

Bu arada bir de Hakkı Devrim'in Vodafone 3G reklamındaki yapmacık repliklerine takılmış durumdayım. Belki de tuhaflık bendedir.

Uçan Dizüstü Bilgisayarım!

Uzun zamandır 2003 model dizüstü bilgisayarım yavaşlıktan beni çatlatıyordu. Sık sık sevimsiz mavi ekranla karşılaşıyordum. Çoğunlukla Web Browser'ımı kapatmak zorunda kalıyordum ya da herşey tamamen donuyordu.

Sorunumun sadece 256 MB Ram'e sahip olmaktan kaynaklandığını biliyordum ama aklım da doğrusu şu yeni netbooklardaydı. Sonuçta Japon yapımı kaliteli bir model de olsa 2003 yılından kalma bir dizüstü eski sayılır değil mi? Hiç de öyle değilmiş!

Bu arada belirtmem gerekir ki, makinemi sadece temel Windows Office uygulamaları ve Net'te sörf için kullanıyorum. Oyun oynamak ya da bilgisayarda birşeyler izlemek adetim yoktur. Bilgisayar işleriyle uğraşan bir arkadaşımla konuştum. Ne kadar RAM upgrade yapılabileceğine baktı. 2 slottan birinin boş, diğerinde ise 256 MB RAM olduğunu görünce, elinde bulunan 1 GB RAM'i boş olan slota taktı ve bilgisayarıma biraz bakım yaptı. Makinem adeta yeniden doğmuş gibi oldu. Bırakın yavaşlığı şimdi adeta uçuyor!

Tabii söylememe gerek bile yok ama ben de bu tutumlu çözümden dolayı mest oldum. Bilgisayarınıza sinirlenmeden evvel, kapasite artırıp artıramayacağınıza bakın, bakımdan geçirin ve gereksiz programlar varsa kaldırmayı deneyin. İşinize yarayacağı süreyi uzatmanın sadece bütçenize değil çevremize de yararı olduğunu unutmayın.
Read more...

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kireç Önleyici Kullanmak ya da Kullanmamak...

Çamaşır yıkarken kireç önleyici kullananlardansanız, size kısa bir bilgi: Kireçlenme ancak suyun çok ısıtıldığı durumda olur. Günümüz deterjanları soğuk suda gayet iyi netice verecek şekilde üretilmektedir. Sıcak su kirleri ve lekeleri pişirip kumaşa daha fazla yapışmalarına sebep olur. Kireç önleyici kullanmanıza gerek yoktur. Zaten zaman içinde kireç önleyiciye verdiğiniz para ile birkaç tane çamaşır makinesi alınabilir. Gerçi her zaman ürünlerin doğru bakımla mümkün olan en uzun süre kullanılmasını öneriyorum. Çevre kirliliğini önlemenin yollarından biri de budur.

-Çok kirli çamaşırları soğuk suyla ön yıkamalı programda yıkayın,
-Bir kez giyilmiş, çok az kirli çamaşırları soğuk suda, ön yıkamasız bir programda veya yün programında yıkayın.
-Her zaman deterjan kutularında önerilenden daha az deterjan kullanın.

Giysi alırken sadece Kuru Temizleme önerilen ürünleri almayın. Temizleyici giderlerinizi minimize etmek için mümkün mertebe yıkanabilen ürünleri tercih edin. Kuru Temizleme kimyasalları çevreye de aşırı zararlıdır.

En iyi saklanmakta olan ülke sırları

Memleketin en iyi saklanmakta olan sırları arasında Sosyal Güvenlik ile ilgili konular var. SGK sitesinden alınabilecek bilgi son derece kısıtlı. Emekli ücretini hesaplamak için uzman olmak gerekiyor.

Bildiğim kadariyla "emekli olduğumda elime kaç para geçer" diye hesaplama yapmak isteseniz bunu sadece Mali Müşavirlerin erişebildiği bir sitede ve Ali Tezel'in sitesinde (artık ücretli) olarak yapmak mümkün.

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım Ali Tezel'den danışmanlık almaya gitmiş. Kendisi yaklaşık 5 yıldır kurduğu şahıs şirketi üstünden danışmanlık yapıyor ancak SSK'lı statüsünü kaybetmemek için bir yakınının şirketinden asgari ücretten primlerini ödemeyi sürdürmüş. Emekliliğine 2 yıl kalan bu arkadaşım, bu seçimi nedeniyle emekli oldugunda yıllarca en üstten yatırdığı primler hiç dikkate alınmaksızın alabileceği maksimum ücretin yaklaşık yarısını almak durumunda kalacağını öğrenip fena üzülmüş. Üstelik de şu aşamada bu durumu önemli ölçüde iyileştirmesine olanak yokmuş. Kendi şahıs şirketini kurarken anlaştığı Mali Müşavir'in kendisini bu konularda hiç uyarmadığını söyledi. Asgari ücretten sigortalanmak yerine kendini part-time çalışıyor gösterse ve primleri maksimumdan ödese bu duruma düşmeyecekmiş.

Şu sıra ben de kendi işimi yapma planları yaptığımdan, bu bilgilerin bana da fevkalade faydası dokundu.

Ali Tezel çok iyi bir uzman ve bu becerisini işe dönüştürmekle çok da iyi yaptı. Onun gibi daha yüzlerce uzmana ihtiyaç var. Zira, bu konularda deneyim sahibi olmayan insanların mevzuatı takip etmesi ve gereken tedbirleri alması pek de olası değil.

24 Eylül 2009 Perşembe

Deve kaç para?

Rahmetli babaannemin anlattığı bir eski zaman hikayesidir: Çocuk heyecanla koşarak dedesinin yanına gelmiş “Dede dede, pazarda bir pula deve satıyorlar. Ne olur biz de alalım bir tane!” demiş. Dedesi başını sallayarak “Buna sarf edecek bir pulumuz bile yok” diyerek torununu geri çevirmiş. Aradan uzunca bir süre geçmiş, torun bu sefer süklüm püklüm ve üzüntüyle dedesinin yanına gelmiş ve “Biliyor musun o bir pula satılan develeri şimdi bin pula satıyorlar, artık hiç alamayız” demiş. Dedesi gülümseyerek cebinden kocaman bir kese çıkartıp torununa uzatmış “Bununla en az 10 deve alabilirsin demek ki… Al bakalım keseyi koş pazara” demiş.

Son günlerde çeşitli yayın organlarında düşmeye başlayan mortgage faizleri nedeniyle emlak fiyatlarının yükseleceği ve emlak almak için doğru zamanın şu içinde bulunduğumuz günler olduğunu anlatan haberlere rastladıkça aklıma hep yukarıdaki hikaye geliyor. Haberler ya büyük inşaat projeleri yapan şirketlerin yöneticilerine ya da banka yöneticilerine dayandırılıyor. Pekiyi ya talep? Faizlerin düşmesi talebi hemen şimdi canlandıracak bir unsur mu acaba? Krizden çıkışın kısa sürede olmayacağını tahmin eden, sütten ağzı yanıp da yoğurdu üfleyerek yiyen, iş güvencesi olup olmadığı konusunda kaygılar taşıyan insanlar hemen koşup emlak almaya kalkışacaklar mı?

Krizden çıkmaya başladığımızı düşünmek için bence biraz erken. İşsizliğin bu kadar yükseldiği, önümüzdeki yılın neler getireceğinin hala çok belirgin olmadığı, insanlarımızın tasarruf alışkanlıklarının bulunmadığı memleketimizde kanımca maksatlı bu haberlere kapılmamak lazım.

Kimin ne söylediğine değil kendi içinde bulunduğumuz finansal duruma bakmamız gerekir. Özellikle iş kaybetme riski olan insanların şu dönemde en az bir yıllık geçim paralarını kenara ayırmadan herhangi bir yatırıma girişmesi anlamlı olmaz.

22 Eylül 2009 Salı

Ucuzluk Alışverişi

Yeni Sezon ürünleri ilk ortaya çıktıklarında fiyatları uçuk karlar içermektedir. Bu nedenle ben neredeyse asla yeni sezon ürünleri almam çünkü bilirim ki kısa bir sürede söz konusu ürünler yarı fiyatına inecek ve bu haliyle bile satıcılar kar edecektir. Ne zaman ki artık yeni “yeni” sezon ortalarına gelinir o zaman bir önceki sezon ürünleri eğer hala kaldıysa zararına satılır.

Eskiden yaz indirimleri Ağustos ortasından evvel başlamazdı. Şimdi ise Ucuzluk Sezonu daha çabuk açılıyor ama bu gerçek bir ucuzluk olmuyor. Bu nedenle dikkatli olmak gerek.

Hevesle Ucuzluk satışlarından alışverişe başlamadan evvel birkaç kuralı hatırlatmakta fayda var:
1. Alışverişi bütçelemiş miydiniz? Ne kadar para harcamayı öngörüyorsunuz?
2. Nelere ihtiyacınız olduğunu tespit ettiniz mi? Bunun en iyi yolu mevcut gardrobunuzu ve ayakkabılığınızı elden geçirip, giyilemeyecek durumda olan eşyaları ayırmanızdır. Sonra elinizde kalan eşyalarla uyumlu olabilmesi için almayı planladığınız yeni parçaların hangi renklerde olabileceğini tespit edip, liste yapmanız yerinde olur. Ayırdığınız giysileri ise hemen verin ve böylece dolabınızda yer açılsın. Vermeye niyetlenerek ayırım yaparsanız bazı giysilerin belki bir sezon daha giyilebilir olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Psikolojik bir şey sanırım.
3. Yazlık ve kışlık gardroplarınızın belirli renk temaları olması hem alışverişi hem de giyinirken uygun parçaları bir araya getirmeyi kolaylaştırır. Benim kış gardrobum siyah/lacivert/gri temalı, yazlık gardrobum ise pastel tonları temalıdır. Kışın neredeyse üniforma gibi, koyu renk pantolonların üstüne farklı renklerde boğazlı, uzun kollu penyeler giyerim. Yazın giysilerim biraz daha neşelidir.
4. Bazı insanlar başkalarıyla beraber daha iyi alışveriş ederler bazıları ise yalnız. Ben kardeşim ve annemle iyi alışveriş ederim ama başkalarıyla alışverişe çıkmayı tercih etmem. Çoğunlukla da yalnız alışveriş ederim. Bu tecrübemden kaynaklanan bir alışkanlıktır. Ne zaman bir arkadaşımın gazına gelip bir şey aldıysam, daha sonra o parçayı giyememişimdir. Oysa annem ve kardeşim tarzımı, ne ile rahat edebileceğimi iyi bilirler ve beni gaza getirmeyecek kadar da uyanıktırlar.
5. Ayakkabı alacaksanız, öğleden sonrayı yani ayağınızın en şiş olduğu zamanı bekleyin.

İhtiyaçları Ucuzluk Sezonunda karşılamak ve fiyatların balon gibi şiş olmadığı dönemlerde alışveriş yapmak iyi bir fikirdir. Yine de dikkatli olmak, gerekmeyen şeyleri almamak ve bütçeyi aşmamak lazım.

13 Eylül 2009 Pazar

Konuk Yazar

Blogun sıkı takipçilerinden Sevgili Berna A. geçen gün bana bir mail atmış, kendisinin izniyle yazısını yayınlıyorum. Yazısında benim için sarf ettiği övgü dolu sözlere teşekkür ederim. Mahçup olduğumu itiraf etmeliyim.

"Uyuyamadığım bir gece. Sevdiğim bloglarda dolaşırken sizin bir kaç yazınızı okudum tekrar, galiba dertleşmek istedim..

Biliyor musunuz Türkiye'de sizin gibi bir blog yazarı daha yok. Hatta tutumluluk ve para biriktirme konusunda yazanlar bir elin parmaklarını geçmiyor. Bizim gibi hiç bir sistemin yerine oturmadığı, tutarsız bir yönetime ve ekonomiye sahip bir ülkede para biriktirme, bireysel emeklilik sistemleri, yarını düşünüp hesaplama ve elindeki imkanları en iyi şekilde değerlendirme konusunda toplasan 10 tane blog ya da site yokken, giyim ve aksesuar markalarının en son ürünlerini seçip alarak, giyerek ve fotoğraflayarak yazan kaç tane blogger var biliyor musunuz???

Hobisi alışveriş olan kadınları gerçekten anlayamıyorum. Bu kadınların yazdıkları bloglarda ve forumlarda okuyorum, alışveriş hastalıklarını iyi bir özellikmiş gibi anlatıyorlar, en büyük sorunları aldıklarını koyacak yer bulamamaları. O kadar çok şey alıyorlarmış ki, aldıkları şeyi dolaplarında bulduklarında onu giyecek sezon geçmiş oluyormuş!! Vitrinde görüp beğendikleri zaman ona ihtiyaçları olup olmadığını düşünemiyorlarmış bile, konuştuğum bir tanesi ona önerdiğim "buna gerçekten ihtiyacım var mı?" sorusunu sormayı hiç başaramadığını söylemişti. Gördüğünde mağazaya giriyormuş ve kendine geldiğinde elinde vitrindeki şeyin paketi oluyormuş, o aradaki zamana müdahale edemiyormuş.

27 yaşındayım, 15-17 yaşlarında giyeceklerimi artık kendim seçebileceğim zaman, alışveriş konusundaki cahillik, ihtiyaç belirleme konusundaki eksiklik ve hevesle ben de bir kereden fazla giyemeyeceğim abidik gubidik şeylere çok para harcadım ama bu, tecrübe edinene kadar sürdü. Markalar hakkında bu kadar çok şey bilerek, her alışveriş sitesini bilerek ve kullanarak, hiç sonu gelmeyen kredi kartı ekstreleriyle nasıl yaşayabiliyorlar anlamıyorum. Bu kızların çoğu bekar, ailelerinin yanında yaşıyorlar ve çalışıyorlar. Yeme-içme, çamaşır, faturaların ödenmesi anne-babadan olunca zevk için alışveriş yapmak güzel ama umarım bir gün o giydiklerine harcadıkları paraya muhtaç duruma düşmezler, zira bu tür kızların çoğu evlendiklerinde ve kendi evlerinin sorumluluğunu aldıklarında paranın ne kadar değerli olduğunu anladıklarını söylüyorlar.

Peki ben bunları neden yazdım? Çünkü tükettiğimiz kadarını üretemiyorsak böyle ölçüsüzce tüketmek, tüketenleri ve hiç umursamayanları görmek beni çok üzüyor. İhtiyacı olanlar alamazken, diğerlerinin bu kadar fütursuzca davranıp aldıklarını ilan etmeleri üzüyor beni. "Moda" gibi değişken ve çoğu zaman pek de anlamlı olmayan giyim akımları için bu kadar zaman ve para harcayabilmeyi anlayamıyorum. Nasıl bu kadar tuzu kuru olunur, eğer hem alışverişi bırakmayıp, hem ailelerine destek olup, hem ihtiyacı olanlara yardım edip hem de kenara para atabiliyorlarsa o zaman nasıl bu kadar para kazanıyorlar bunu da merak ediyorum.

Bize bunca yıllık deneyimlerinizi, fikirlerinizi, birikiminizi bu kadar sade ve anlaşılır şekilde, güçlü bir kalemle aktardığınız için size çok teşekkür ederim. Konunun farkında olmayanları uyandırdınız, farkında olup da kendine bir yol çizemeyenlere yol gösterdiniz. Sizin hobi olarak başladığınız bu blog uslubunuz ve içeriğinizle ne çok hayata dokundu, izleri yorumlardan takip edilebiliyor. Hayatımda olan iyi şeylerden birisiniz. İyi sabahlar."

7 Eylül 2009 Pazartesi

351. Yazı: Bir antika ve 3 jenerasyon

Kendi evime ilk taşındığım zaman mutfak perdesi sorun olmuştu. Pencerenin ve kapının genişliği birbiriyle uyumlu değildi ve de gönlüme göre hazır perde bulamamıştım. Ani bir kararla gidip önce perdelik kumaş sonra da bir dikiş makinesi aldım (evet hiç akıllıca ve tutumlu değil) ve tüm bilgisizliğime rağmen mutfak perdelerimi diktim. Bu yıla kadar da onları kullandım ama bu yıl çıkartamadığım bir leke nedeniyle yeni mutfak perdesi derdine düştüm.

İki yıl kadar evvel mutfak perdesini dikmek için satın aldığım dikiş makinesini anneme vermiştim, o da bana anneannemin vafatından beri kendisinin kullandığı ve anneanneme ait olan en az 70 yıllık makinesini verdi. Rahmetli anneannemin elle çevrilen eski Singer makinesinin bende pek çok hatırası var. Ben küçükken bana ve oyuncak bebeklerime pek çok güzel elbise, pijama vs. dikmişliği vardır. Anneannem ufak kumaş parçalarını bana verip, basit dikiş usullerini gösterir, bazen de bunları makinede dikmeme izin verirdi.

Makinenin hala işe yaradığını biliyordum ve tekrar gözümü kararttım. Bu sefer IKEA'dan bir hazır perde aldım, onu gerekli ölçülere göre modifiye ediyorum. (Bu tutumlu bir çözüm, kumaş almaktan daha ucuza geldi:) Makineyi çıkartıp kullanmak beni bir anda küçüklüğüme ve anneannemin kocaman mutfağına götürdü. O mutfakta geçen keyifli zamanları, birlikte yaptığımız yemekleri hatırladım. Pilav, patlıcan ve patates oturtma pişirmeyi, poğaça ve kek yapmayı o mutfakta öğrenmiştim.

Şu sıra hazır boşken dikiş becerimi biraz geliştirsem diye düşünmeye başladım. Böylece hem makine 3 jenerasyona birden hizmet etmiş olur, hem de ben yeni bir beceri kazanmış olurum. Belki yeni bir hobi olur, belki olmaz, bakacağız artık...

3 Eylül 2009 Perşembe

Eski bir dostun vefatı

Yıllar evvel işe girdiğim bir şirket eğitim almam ve bir süre çalışmam için beni ABD’ye yollamıştı. Yeni kurulan şirkette yurtdışına gönderilen dört kişiden biriydim. Diğer üç arkadaşın ikisi okuldan eski dosttu, diğeri de onları bir nebze tanıyordu. Ben hiçbirini tanımıyordum ama kısa sürede sıkı arkadaş olduk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Zamanla ekibe başka arkadaşlar da katılıyordu ama biz ilk dört kişi birbirimize ayrı bir şekilde bağlıydık. Hatta Manhattan’da yaşamanın cazibesine kapılıp, dördümüz Battery Park City’de ev tutmayı hayal etmiştik de, güvenlik nedeniyle şirket bize izin vermemişti.

Hayatın akışı ve yıllar bizleri birbirimizden ayırdı ama ben o günlerin tadını hiç unutmadım. Bugün o dört kişilik ekipten birini kaybettiğimizin haberini aldım. En son geçen yıl doğum gününde konuşmuştuk. Rahmetlinin arama adeti yoktu ama ben onu doğum günlerinde arardım. Bu yıl da 45. yaşını kutlamak için Şubat’ta aramış ama erişememiştim.

New York sokaklarında serseri mayın gibi sabaha kadar dolaşmalarımızı, balina göreceğiz diye sabahın köründe Boston’dan okyanusa açılışımızı, dönüşte benim sürat yapmadığımı iddia etmem üzerine “T’pol hızlı gitmiyorsan nasıl oluyor da biz bütün diğer arabaları geçiyoruz?” diye benimle dalga geçişini hiç unutmuyorum. Onu her zaman yarı alaycı gülümsemesi, esprili halleri, zekası ve burada asla paylaşamayacağım bir ameliyat ve pansuman hikayesiyle hatırlayacağım. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.

Bu ölüm bana çok dokundu. Belki onunla birlikte bende çok değerli anısı olan bazı gençlik yıllarının da bir parçası öldü, belki ölümü çok yakında hissettim, bilemiyorum.

1 Eylül 2009 Salı

Bugünkü Yazılarım

Bugünkü yazılarımı EkonomiTürk ve Frugal@Istanbul'da okuyabilirsiniz.

30 Ağustos 2009 Pazar

Bir Küreselleşme Masalı

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir anne-kız varmış. Anne bir gün İstanbul’da yaşayan kızını ziyarete gitmiş ve birkaç hafta onda kalmış. Bu esnada o sıralar bir TV kanalında yayınlanmakta olan Rachael Ray isimli İtalyan asıllı Amerikalı bir aşçı tarafından sunulmakta olan 30 Dakikada Hazır programına sardırmışlar. RR’nin, sebze doğramak için kullandığı bıçak anne kızın ilgisini çok çekmiş. Zaten Rachael de sık sık “En sevdiğim bıçağımı alayım…” filan gibi şeyler söyleyip, merakı körüklüyormuş.

Annenin meraklı kızı bu bıçağı bulmaya karar vermiş ve “Rachael Ray’s Favorite Knife” diye Google’da arama yapınca karşısına bir Alman Markasının ürettiği Japon Santoku Sebze bıçağı çıkmış. (Şimdilerde Rachael başka bir marka ile iş ilişkisi geliştirmiş artık aynı arama başka sonuçlar veriyormuş).

Meraklı evlat hemen Çin’de üretilmiş Japon malı dizüstü bilgisayarını açıp, Amerikan menşeili bir yazılım kullanarak, Almanya’da bir Amerikan şirketinde çalışmakta olan bir Türk arkadaşına e- posta göndermiş. Bu arkadaş da bir Amerikan e-ticaret sitesini kullanarak sözkonusu bıçaktan iki adet satın almış ve Alman Hava Yollarının Amerikan yapımı bir uçağıyla Türkiye’ye getirmiş.

Annenin meraklı kızı arkadaşı ile bir İtalyan lokantasına buluşmaya ve emanetlerini almaya giderken kullandığı Alman otomobiline bir Türk benzin istasyonundan benzin almış.

Anne-kız yeni sebze bıçaklarına kavuşmaktan çok memnun olmuşlar ve bu bıçağı kullanarak nice Türk, İtalyan, Çin yemekleri yapmışlar, mutlu mutlu yaşayıp gitmişler.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Televizyonsuz Hafta Sonu

Bu hafta sonu TV'yi açmamaya kendi kendime söz verdim.

Cumartesi günü için çamaşır yıkama, buzdolabındaki yiyecekleri kontrol edip, çürümeden tüketilmesi gerekenleri değerlendirme, yeni girişim için gereken çalışmayı yapma, takip etmediğim PF bloglara bakma gibi işleri planladım.

Pazar günü de yürüyüşe gitmeyi, biraz çalışmayı ve dizüstü bilgisayarımı temizleyip yedeklemeyi düşünüyorum. Bir de tekrardan Skype kuracağım. Danışmanlık işinde birlikte hareket ettiğim kişilerin tercih ettiği haberleşme metodu bu, her ne kadar IM'den hoşlanmasam da iş için kullanacağım artık.

Başucumda da dün okumaya başladığım bir kitap var. Eh bu kadarı beni oyalamaya yetmeli.

28 Ağustos 2009 Cuma

Bugünkü Yazılarım

Bugünkü bir yazımı EkonomiTürk'te diğerini de Frugal@Istanbul'da okuyabilirsiniz.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Yumurta Kokusu!

Yumurtalı bulaşıkları önceden soğuk su ile yıkamazsanız, yumurta kokusu sadece ilgili kapkacağa değil, tüm bulaşıklara ve bulaşık makinesine bulaşıyor. Geçenlerde yaşadığım acı bir tecrübe ile bunu keşfetmiş bulunuyorum. Gerçi annem çoğu insanın bunu bildiğini söyledi.

Pekiyi T'pol yumurta kokusundan nasıl kurtuldu?

Bulaşıkları makineden çıkartmadım, deterjan gözüne mucizevi madde karbonattan döktüm ve en kısa programda makineyi tekrar çalıştırdım. Şipşak sorunum çözüldü, koku falan kalmadı. Acaba bunu da çoğu insan biliyor muydu?

Bu koku giderme işinde karbonatın acaba politikacılar üstünde de etkisi olur mu? Kokuları gitse de icraatları kalır mı? Birileri de bunu düşünsün artık.

Yazıcı mı, toner mi?

Bugünkü yazımı EkonomiTürk'te okuyabilirsiniz.

25 Ağustos 2009 Salı

Gizli Kavanozum Deşifre Oldu:(

Bazen en yakınınızdakiler bile para biriktirme ve tasarruf alışkanlıklarınızla dalga geçebiliyorlar. O yüzden bazen ne yaptığımı saklamayı tercih ediyorum. Birkaç haftadır annem benimle ve sonunda gizli kavanozumu bulup, merakla “T’Pol ayıptır sorması da bu ne?” diye sordu.

Bir süredir eski televizyonumun ve çamaşır makinemin önümüzdeki 1-2 yıl içinde bozulabileceğini düşünerek, bir kavanozda para biriktirmeye başladım. Elime geçen bozuklukları buraya atıyorum, sonra arada bir 5TL-10 TL olarak bütünlüyorum. Henüz 150 TL kadar para birikti. Benim gibi harcamalarına, bütçesine dikkat eden biri için esasında bu şekilde para biriktirmek hayli saçma olabilir. Sonuçta banka diye bir şey var değil mi? Fakat bu metod bir şekilde hoşuma gitti. Hem de bozuklukların evde etrafa saçılmasını ve çantalarda unutulmasını önlemiş oluyorum.

Kavanozumu da eve girişte bulunan masanın üstünde tutuyordum fakat annem gelecek ve benimle dalga geçecek diye, büfenin dolabına “saklamıştım”. Tabii ki annem bu keşif üzerine benimle bayağı bir dalga geçti. Ben de onun çantasındaki bütün bozuklukları alıp, kavanozuma attım.

Süpermarket alışverişleri esnasında fiyatları kontrol etmem hatta bazen birim fiyatı doğru hesaplamak için hesap makinemi çıkartmam annemi çok eğlendiriyor. “Dün tuvalet kağıdında 2 TL tasarruf ettin, bugün yemeğe ödediğin fatura ne pekiyi? Kendi içinde çelişmiyor musun?” diye soruyor. Aradaki farkı anlatmakta neden bu kadar başarısızım bilmem. Sonuçta tuvalet kağıdı gibi kullanılıp atılan bir şeye ne kadar az para ödersem o kadar iyi ama annemle boğazda bir yemek yemenin keyfine bence paha biçilemez. Birlikte geçirdiğimiz zaman zaten kısıtlı, ayrı şehirlerde oturuyoruz ve annem de gün gün yaşlanıyor. Ben değerlerim konusunda oldukça net olduğumu düşünüyorum. Ya siz?

20 Ağustos 2009 Perşembe

Bankalara ve Masraflarına Dair...

Bugünkü yazımı EkonomiTürk'te okuyabilirsiniz.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Başarılı İnsanlar ve Çok Çalışmak...

Bugünkü yazımı EkonomiTürk'te okuyabilirsiniz.

18 Ağustos 2009 Salı

Okur Sorusu

Bugünkü yazımı EkonomiTürk'te okuyabilirsiniz.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Perşembe'nin gelişi... ve Buna İnanan Çıkar mı Sizce?

Bugünkü yazılarımı EkonomiTurk'te okuyabilirsiniz.

6 Ağustos 2009 Perşembe

3G

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Çocuklarınız ve Maddi Konular

Bugünkü yazımı EkonomiTürk'te okuyabilirsiniz.

Bir Büyük Üstad'la ortak yanımız...

HOY LU-LU

İsterim benim de acaip isimleri
Hiç duyulmamış zenci arkadaşlarım olsun.
Onlarla Madagaskar limanlarından
Çin'e kadar yolculuk yapmak isterim.
İsterim içlerinde bir tanesi
Vapurun güvertesinde, yıldızlara karşı
'Hoy lu-lu' şarkısını söylesin her gece.

Ve bir gün ansızın bir tanesine
Rastgelmek isterim
Paris'te...

Orhan Veli Kanık

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Promosyonlara değil, matematiğinize güvenin...

Bugün market alışverişi yaparken neden bilmem temizlik malzemeleri bölümünde gereğinden fazla dolandım. Yeni bir ürün var mı, hangi ürün kaça falan diye bayağı bir baktım. Esasında niyetim sadece çamaşır suyu içermeyen sıvı leke çıkarıcı almaktı. Her zaman aldığım markanın büyük şişelerinden ikisinin bir arada paketlendiği bir promosyon dikkatimi çekti ama 4 litre ürün almaya ihtiyacım yoktu çünkü bu tür ürünleri sadece doğrudan lekeye uygulamak için kullandığımdan çok az tüketiyorum. Daha ufak şişelere bakarken rakip ürünün 700 ml'lik en küçük şişesinin çok daha ucuz olduğunu fark ettim.

Dikkat edilmesi gereken bir husus da rakip ürünleri mukayese ederken mutlaka paket üstündeki miktar bilgisine bakın. Aynı miktar gibi görünse bile bazıları 400 gr, bazıları 500 gr olabiliyor.

Son zamanlarda konsantre ürünler hayatımıza girdi. Bunları kullanırken el alışkanlığınıza dikkat etmenizi öneririm. Gereğinden fazla deterjan kullanmayın. Çoğunlukla üreticinin ambalaj üstünde yer alan önerisi gereğinden fazladır. Yıkanacak eşyaların kirlilik durumuna göre kullanacağınız deterjanı minimumda tutmak hem cebiniz hem de çevre açısından faydalı olacaktır. Yazın tek bir kez giydiğimiz eşyaları hemen çamaşıra atıyoruz. Dolayısıyle aslında çok da kirli olmuyorlar.

Elde yıkanacak hassas giysiler için önerilen deterjanları fiyatları uygunsa alıyorum, değilse en ucuz saç şampuanı da kesinlikle aynı işi görüyor, haberiniz olsun. Aynı ucuz şampuanı eski bir diş fırçası ile uygulayarak spor ayakkabıları temizlemek için de kullanabilirsiniz.

Normalde büyük paketlerin daha ucuza geldiğini düşünürüz ama anlaşılan varsayımlardan uzak durup, matematiğe başvurmakta fayda var. İçecek promosyonlarına da aynı şekilde dikkat etmenizi öneririm.

21 Temmuz 2009 Salı

Sıkıntılı bir yazı... Ne diyeyim? Okumasanız da olur.

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz. Okumayabilirsiniz de...

16 Temmuz 2009 Perşembe

Karbonat Mucizesi

Eğer benim gibi alerjik bünyeli biriyseniz, muhtemelen sizin de çeşitli kokulara tahammülünüz yoktur. Birçok kişinin hoşlandığı hanımeli, filbahri, iğde çiçeği ve zambak gibi kokular benim için ekşi ve mide bulandırıcıdır. Evleri güzel kokutmak için kullanılan çeşit çeşit oda spreyleri ya da kokular da çoğunlukla bana dokunur.

Neyse, uzatmayayım, benim mucize ürünüm karbonat. (Karbonatı ufacık şişede almıyorum. En son Metro’dan yarım kiloluk bir paket aldım). Nasıl mı kullanıyorum?:

1. Buzdolabında koku giderici olarak. Ağzı açık bir kavanoza koyduğunuz karbonatı buzdolabınızın herhangi bir rafına yerleştirin. Zaman zaman karbonatı biraz karıştırın, tekrar dolaba koyun. Buzdolabı kokusu diye bir şey ile tanışmayacağınıza garanti verebilirim. Ayakkabılığınızda da aynı yöntemi uygulayabilirsiniz. 3-4 ayda bir karbonatı yenileyin.
2. Halınızda koku giderici olarak. Zaman zaman halılar üstlerine dökülen sıvılar nedeniyle, ya da silme sonrası kokabilirler. Evinizde küçük çocuklar ya da evcil hayvanlar varsa da halınızın zamanla kötü koktuğunu fark edebilirsiniz. Halınızın üstüne birkaç avuç karbonatı serpip, 1 saat kadar bekledikten sonra elektrikli süpürgeyle iyice süpürürseniz, halınızdaki kokunun çıktığını göreceksiniz.
3. Diş temizlemek için. Zaman zaman çay ve kahve nedeniyle dişleriniz sararabilir. Dişlerinizi karbonatla fırçalayıp, beyazlatabilirsiniz ancak, bunu sık sık yapmayın zira dişlerinize zarar verebilirsiniz.
4. Temizlik amaçlı. Soğutucu kutuların içlerini, su şişelerini ve buzdolabının içini karbonatlı suyla temizleyebilirsiniz.
5. Dibi yanmış yapışmış tencere ve tavalarda. Karbonat koyup, üstüne biraz sıcak su ilave ettiğiniz kapları bir süre sonra yıkarken yapışmış kirin daha kolay çıkacağını göreceksiniz.
6. Kuru fasulye, nohut ıslatırken. Kaynar suya bir kaşık da karbonat atarsanız, hem daha kolay pişecekler hem de bu tür gıdaların sindirimi daha kolay olacaktır.
7. Bazı kek, poğaça tariflerinde kabartma tozu yerine. Bunu pek çok hanım bilir.

Toz halinde ovma deterjanları kullandığınız her yerde karbonat kullanabilirsiniz. Bunu ben uygulamadım ama başarılı sonuç verdiği söyleniyor. Böcek sokmalarında da biraz karbonatı suyla macun haline getirip yaraya sürmenizin kaşıntıyı alacağını okumuştum.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Hem "Çevreci" hem de "Tutumlu" çözümler

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

10 Temmuz 2009 Cuma

Tavuklara ne oldu?

Yazın tavuk yemekten pek fazla hazzetmem. En çabuk bozulan ve fena halde zehirleyebilen bir et türüdür. Bir kez tavuktan zehirlenmiştim. Aynı tecrübeyi yaşamış bir arkadaşım sayesinde paçayı kurtardım. Beni zorla Acil'e kaldırmasaydı, ne olurdu bilemiyorum.

Yılbaşından bu yana son kullanma tarihine ve de süpermarketten alıp eve getirdiğim süreye çok dikkat ederek aldığım tavukların tamamı sindirim sistemimi bozmama neden oldular. Çok dikkat ettim, ne zaman tavuk yesem, sindirim sorunları yaşadım.

Diyetisyene bu konuyu sorduğumda artık kimseye tavuk tavsiye edemediğini çünkü hayvanlar hastalanmasın diye çok miktarda antibiyotik verilerek yetiştirildiklerini anlattı. Bana da tavuktan uzak durmamı önerdi.

Bir-bir buçuk ay önce bronşit olduğumda 3 kutu farklı antibiyotik almadan iyileşemediğimi belki hatırlarsınız. Düşünüyorum da belki etlerdeki (tavuklara antibiyotik veren, sığırlara da vermez mi?) antibiyotikler yüzünden, bakteriler antibiyotiğe direnç geliştiriyorlardır. Bunun bir kontrolü, regülasyonu yok mudur?

Artık ne yiyip ne içeceğimizi şaşırmış vaziyetteyim. Şimdi bir de sebze yıkama zımbırtısı çıkardılar. Onunla yıkamazsak çok fena olurmuş, bütün zirai ilaçları yutarmışız vs...

Yeşil çay için diyorlar sonra biri çıkıp çok içmeyin diyor. Yumurta önceleri kolesterol yapardı, şimdi haftada birkaç tane yemek lazım diyorlar. Şişmanlatır diye uzak durduğumuz ceviz, fındık ve bademi damar koruyucu özellikleri nedeniyle artık diyetisyenler menülere yazıyor. Soya ürünleri bir anda moda oldu. Şu sıralar fazla tüketilmesi doğru değil denmeye başlandı. Aman ya! Bunlara kafayı takmamak lazım. Öyle de öleceğiz, böyle de...

9 Temmuz 2009 Perşembe

Tam da münazaralık bir konu!

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Bahşişi nasıl bırakırsınız?

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

7 Temmuz 2009 Salı

Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış...

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

5 Temmuz 2009 Pazar

Unutulmakta olan adetlerden: Yolluk

Eskiden uzun yola giderken yol boyunca yiyeceğimiz önceden hazırlanır, paketlenirdi. Hatta şişe suyu bulamayız endişesiyle annem bir termosa su da koyar, yanımıza alırdı. En popüler yol yiyecekleri annemin yaptığı poğaça, kek ve sandviçler ya da rahmetli babaannemim yaptığı enfes böreklerdi. Köfte ve yumurta koku nedeniyle bizim evde pek rağbet görmezdi. Hele de kendi otomobilimiz ile değil de otobüsle yola gidiyorsak.

Yollarda duraklanabilecek yer çok az olurdu ve onlar da bugünkülerden çok daha bakımsız ve hatta çok da kirli olurdu. Yolda tuvalete gitmek genellikle bir kabustu.

Şimdi adım başı tertemiz tesisler ve bakımlı benzinlikler var. Yemek yemek de tuvalete gitmek de sorun değil. Hal böyle olunca artık yolluk olayı neredeyse tarihe karışıyor. Oysa yolda yemek içmek oldukça pahalı. Üstelik de klasik 4-5 kişilik bir aile için ağır bir masraf olabiliyor. Daha önce buna kafa yormamıştım ancak Çeşme'ye giderken ve dönerken bunun farkına vardım.

Ani bir kararla yola çıktığım için buzdolabında bozulabilecek ne varsa yanıma aldım. Birkaç kutu içecek ve bir iki paket de kraker attım kutuma. Mola verdiğimde bunları atıştırdım. Eskisi gibi değilim, artık yoruluyorum ve İstanbul-İzmir arası gibi mesafelerde en az iki kez durup biraz dinleniyorum. Eskiden 15-20 dakikalık tek molayla bu mesafeyi kolayca katederdim.

Dönüşte tabii bu sefer yanımda hiçbirşey olmadığı için mola verince birşeyler atıştırmak ya da içmek için harcadığım parayı fark ettim. Tek kişi için yine birşey değil belki ama 4 kişilik bir ailenin harcayabileceği para azımsanacak gibi değil. Buna otoyol, benzin ve feribot ücretlerini de ilave edersiniz, bayağı bir yekun tutuyor. Otobüsle seyahat etseniz o da ayrı bir masraf ama daha hesaplı tabii ki.

Evden ayrılırken yolluk hazırlamak hala iyi ve akıllıca bir fikir. Dönüşte ise meyve, kraker, yoğurt gibi şeyler bir marketten alınabilir.

Tutumlu biri olmama rağmen seyahat ederken otomobili tercih ediyorum zira büyük bir esneklik sağlıyor. Her merak ettiğiniz tabelayı takip edebiliyorsunuz ve her istediğiniz yerde durabiliyorsunuz.

3 Temmuz 2009 Cuma

Kontör üçkağıtçıları

Geçenlerde Tutumlu Ol'da kontör dolandırıcıları ile ilgili bir yazı yayınlandı. Bu tür şeyleri hep okurum ama hiç bana rastlamamıştı. Çeşme tatilinden dönerken 0536'lı bir telefondan arandım. Arayan kişiyle aramızda geçen konuşmayı olduğu gibi naklediyorum:

Kontör Üçkağıtçısı: İyi günler ben Mamak İlçe Emniyet Amirliğinden falanca komiser, kiminle görüşüyorum?
Ben: SİZ kimi arıyorsunuz?
KÜ: 0 53X XXX XXXX değil mi?
Ben: Numara sormadım, kimi arıyorsunuz diye sordum. Neyse sorun nedir?
KÜ: Sorun mu? Sorun çocuğunuz anneciğim. (Hiçbir Türk Polisi'nin bu şekilde hitap edeceğini sanmam.)
Ben: Ya öyle mi? Pekiyi hangisi?
KÜ: Kızınız anneciğim.
Ben: Benim çoluğum çocuğum yok ahlaksız herif bir daha da beni sakın arama!

Sonra hemen annemi aradım ona bu tür bir telefon alırsa itibar etmemesini söyledim. Sonuçta aynı dönemde kardeşim de ben de seyahatteyiz. Bir polis arayıp başımızın dertte olduğunu söylese kadıncağız en azından telaşlanır diye düşündüm.

İstanbul'a döndükten sonra Mamak Emniyeti'ni arayıp, şikayet edeyim dedim. Karşıma çıkan görevli durumu bildiklerini ama benim savcılığa suç duyurusunda bulunmam gerektiğini söyledi. Internetten baktım ama bunu nasıl yapabileceğimi ya da hangi savcılığa başvurmam gerektiğini gösteren birşeye rastlamadım. İlginç bir memlekette yaşıyoruz vesselam.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Tatilden geldim...

Bugünkü yazımı Ekonomi Türk'te okuyabilirsiniz.

21 Haziran 2009 Pazar

Bireysel Finans 101 - 5. Bölüm

Serinin devam yazısı Ekonomi Türk'te.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Babalar Günü'nü sevmiyorum...

Babalar Günü'nü sevmiyorum çünkü benim babam 15 yıl önce bir gün içinde elimizden kayıp gitti. Henuz ellili yaşların başındaydı. Donduk kaldık, inanamadık, adeta aptallaştık. Cenazeden dönünce dank etti.

Bazen onun aslında gizli ajan falan olduğunu ve kimliği açığa çıkmasın diye gitmek zorunda kaldığını ama esasında hayatta olduğunu düşünmek istedim. Saçma, biliyorum ama ani ölümü de çok saçmaydı zaten.

Babam şöyle iyiydi, böyle mükemmeldi diye anlatacak değilim. O benim için babaların en babasıydı işte o kadar! Dünyaya milyon kez geri gelsem ve ailemi seçme şansım olsa yine anne ve babamı seçerdim.

Bir vesile ile onu anmadığım tek günüm geçmiyor. Çok esprili biri olduğu için saçma veya komik durumlarla karşılaştığımda: "Babam olsa şimdi şöyle derdi" diyorum.

Babişim ışıklar içinde yat, mekanın cennet olsun.

Bütün iyi babaların da Babalar Günü Kutlu olsun.

İnşallah Anneler Günü'nü sevmeyi daha çok uzun yıllar sürdürebilirim.

MUTLAKA İZLEYİN!

EkonomiTürk'te rdynk tarafından eklenmiş bir video var. Kanser hastası bir profesörün son dersi. Kesinlikle muhteşem, kesinlikle ilham verici. İzlemenizi öneririm.

18 Haziran 2009 Perşembe

Bireysel Finans 101 - 4. Bölüm

Serinin devam yazısı Ekonomi Türk'te.

14 Haziran 2009 Pazar

Bireysel Finans 101 - 3. Bölüm

Serinin devam yazısı Ekonomi Türk'te.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Bireysel Finans 101 - 2. Bölüm

Serinin devam yazısı Ekonomi Türk'te...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Bireysel Finans 101'e Giriş

Yeni yazı dizim Bireysel Finans 101 ile ilgili yazacağım tüm yazıları Ekonomi Türk'te bulabilirsiniz. İlk yazım için buradan buyrun...

7 Haziran 2009 Pazar

Zaman Yönetimi

Zaman yerine konulması mümkün olmayan bir kaynak olduğundan, belki de en tutumlu olmamız gereken konu zaman yönetimidir.

İşyerinde uzun saatler kalmamıza neden olan şeylerden biri de zamanımızın başkaları tarafından kullanılmasıdır. Çalan telefonlar, acil toplantılar, işi olmayan bazı arkadaşlarınızın sizi lafa tutması yapmamız gerekenlere konsantre olmamızı engeller. Eğer işe giderken servise binmeye mecbur değilseniz, işe yarım saat erken gitmenizi öneririm. Herkes gelmeden evvel, en az iki saatlik işi halledebilirsiniz. Bir iş listeniz olmalı ve gün boyunca yeni işleri ilave etmeli, yaptıklarınızı çizmelisiniz. Akşam çıkmadan evvel yapacağınız son şey ertesi günün planını yapmak olmalı. Böylece iş sonrası aklınız orada kalmaz, gece daha rahat uyursunuz. Bazıları iş listesinde önceliklendirme yapmaktan söz eder ama ben günlük yaşamın akışı içinde önceliklerin bazen gün içinde birden fazla defa değiştiğini sıklıkla gözlemlemişimdir. Bu nedenle iş listesini de olması gerekenden daha kompleks hale getirmemekte fayda var.

İnsan maksimum zamanı ailesine ayırmalı ve bu zamanı keyifli ve verimli geçirmeli. Ailelerin birbirinden kopuk yaşamlar sürmesi toplumumuzda ciddi bozulmalara neden oluyor. Bundan 30 yıl evvel bu kadar çok cinayet, bu kadar çok silahlı insan, bu kadar çok evden kaçan çocuk yoktu. İnsanlar birbirlerine ve hayata karşı çok daha saygılılardı, birlikte çok zaman geçirip, bir şeyler öğrenme şansları vardı.

Tanıdığım en iyi zaman yöneticisi annemdir. Çalışan bir anne olarak, bir çeşit Süper Kadındı. Sabah herkesten erken kalkıp, işe gitmeye hazırlanırken bir yandan kahvaltıyı, bir yandan düdüklü tencerede en az iki çeşit yemeği hazırlar, beni ve kardeşimi uyandırıp, kardeşimi okula hazırlar, babamla kahvaltı eder, sonra da işe giderdi. Akşam geldiğinde yorgun olurdu. Biz (babam, ben ve kardeşim)o gelmeden sofrayı kurup, salata yapardık ama yemek sonrası yine yük onun omzundaydı. Okul zamanı benim işlere yardım etmeme asla izin vermezdi. Sadece hafta sonları ve tatillerde o bulaşığı sabunlarken ben de durulardım. Bu esnada bir hayli sulu şaka yapma şansımız da olurdu:) Hafta sonu da kardeşimin dersleriyle ilgilenme, alışveriş, çamaşır ve temizlik fasıllarıyla geçerdi. İnanılmaz bir enerjisi vardı. Şimdi çalışan kadınların hiçbiri (ben de dahil) bu kadar işin altından kalkamayız. Daha düşünürken benim başım dönüyor.

Bana her zaman işin sırrının aynı anda birden fazla işi planlamasında ve eşzamanlı yapmasında olduğunu söyler. Bir de okulda öğrendiğimiz temel fizik ve matematik kurallarının hayata uygulanması gerektiğinde ısrarlıdır. Yıkanan bulaşıkların bulaşıklığa dizilmesinden, çamaşırların asılma biçimine kadar hayatı kolaylaştıran, işin süresini azaltan yöntemler düşünür, onları uygular.

Bazen bazı işleri zamanınız müsait olduğunda yapıp, kenara koymanız da mümkün olabilir. Dondurulmaya müsait yemekler yapabilirsiniz. İşinizde çeşitli formlar kullanıyorsanız, standart kısımlarını doldurarak, el altında tutabilirsiniz. Mesela bu yazı da benim daha evvelden yazdığım ve yayınlamadan evvel sadece bir kez daha okuyup, ufak ilavelerle yayınladığım yazılardan biri. Mümkün mertebe 4-5 yazıyı evvelden hazırlamaya çalışıyorum.

Zamanı daha iyi kullanmak adına yaptıklarınızı paylaşmak isterseniz, yorumlar açık!