25 Nisan 2009 Cumartesi

İnzivaya çekilmeli, yalnız yaşamalı, çekip gitmeli!

Bugün annemle bazı işlerimizi halledip, Boğaz'da keyif yapmak istedik. Çubuklu'da belediyenin işlettiği bir mekana gidene kadar en az 10 kez trafikte tehlikeli ve dikkatsiz araç kullanan insanlarla karşılaşıp, sinir harbi yaşadık.

Self Servis olan mekanda çay alırken, orta yaş üstü bir hanıma gayet kibarca yardımcı oldum, bana bir teşekkür etmeyi akletmedi. Annem sıradaydı, ben de fiş almaya gitmiştim. Sıraya geldiğim vakit, annem yorulmasın diye onu oturmaya gönderdim. Arkamızdaki "hanım" hemen benim önüme geçmeye kalkıştı. Benim boyum 1.75, kilom da 3 basamaklı sayılardan oluşuyor. İnsan benim cüssemde birini itip kakmaya kalkışmak için ya büsbütün budala, ya da kör olmalı. Hayret birşey...

Eve geldiğimde mutlu oluyorum. Nihayet huzura erdim diye düşünüyorum, bu sefer de yukarıdaki "komşular" gürültüye başlıyor. Bir gün kafayı kırıp, bir dağ köyüne yerleşeceğim. Telefon, Televizyon, Internet, kısacası beni dünyaya bağlayan hiçbirşey istemiyorum. Güneş batınca yatıp, doğunca kalkacağım, kendi yiyeceğimi kendim yetiştireceğim. Mümkün mertebe toplumla ilişkimi minimuma indireceğim. Nedir bu Allahaşkına? Kimse gülümsemiyor, kimse teşekkür etmiyor, kimse kurallara, sıralara riayet etmek istemiyor. Bencillik aldı yürüdü. Berbat bir toplum olduk ve daha da berbat bir toplum olma yolundayız. KAÇMAK İSTİYORUM BURALARDAN!!!

24 Nisan 2009 Cuma

4. Aşama Başarıyla tamamlandı!

Geçenlerde bahar temizliğinden evde artan ıvır zıvırla başemediğimden bahsetmiştim ve bu işi yapabilmem için de 4 aşamadan geçmem gerektiğinden... 4. Aşama dün tamamlandı. Araba tıkabasa eşya ile dolu. Kısmetse bugun onları bağış yaptığım yere götürüp bırakacağım...

Tüy gibi hafifledim. Dolaplar temizlendi. Kışlıklar ile yazlıklar yer değiştirdi. Evde yeteri kadar dolap olduğundan sadece dolapların içlerini değiştokuş ediyorum. Hiçbirşeyi bohçalara ve hurçlara kaldırmıyorum. Bu da işi bir nebze olsun kolaylaştırıyor. Süper! Süper!

Haydi siz de bu hafta sonu hafifleyin. Bu yıl giymediğiniz, kullanmadığınız eşyanızı toparlayıp, ihtiyaç sahiplerine ulaştırın... Düzenleme işi bittikten sonra kendinizi çok iyi hissedeceksiniz, tıpkı egzersiz yaptıktan sonraki gibi!

21 Nisan 2009 Salı

Nereye gidiyoruz?

Geçen akşam oturduğumuz cafede yan masadaki dört kişi çok ilgimi çekti. Genellikle etrafımdaki insanlara dikkat etmem ama bu dörtlü dikkat çekmeyecek gibi değildi. Yanyana oturan iki hanım cep telefonlarıyla konuşuyorlardı. Birinin karşısında oturan adam kitap okuyor, diğeri de bilgisayarını açmış birşeyler yapıyordu. Biz orada oturduğumuz müddetçe bu böyle sürüp gitti. Eğer cafe tıkabasa dolu olsaydı, bu dört kişinin birbirini hiç tanımayan ama yemek için beraber oturmak zorunda kalmış kişiler olduğunu düşünebilirdim.

TV, cep telefonu, PDA, notebook PC, MP3 çalar... Bunlar insanlık için gerçekten önemi olan aletler, iyi icatlar. Buna mukabil insanlığımızdan da birşeyler götürüyorlar galiba. Karşılıklı oturup muhabbet etmenin, gülüp eğlenmenin ya da birşeyler paylşmanın kıymetini yavaş yavaş unutuyoruz.

Bir grup eski iş arkadaşımla arasıra buluşuruz. Hemen herkes masaya oturur oturmaz cep telefonu ve PDA'ini çıkartıp masaya koyuyor. Yahu zaten kırk yılda bir buluşuyoruz ve üstelik her seferinde de süper vakit geçiriyoruz. Haydi cep telefonu neyse, evde acil bir durum olsa arayan olur, masanın üstünde dursun bakalım ama PDA'ye ne gerek var. Akşamın dokuzunda mail atan kişinin hemen bir yanıt beklemeye hakkı var mı? O kadar acil birşeyse zaten telefon açması daha anlamlı değil mi?

İletişim araç gereçleri geliştikçe, iletişimin anlamı da farklı hale geliyor. İnsanlar yavaş yavaş birbirlerinden kopuyorlar.

Benim ailemde akşam yemeğinin önemi büyüktür. Tüm aile biraraya gelir, hem yemek yer hem de beraberken konuşulması gerekenleri konuşur. Oysa etrafımdaki bazı ailelere bakıyorum da herkesin birlikte sofraya oturduğu akşam sayısı yok denecek kadar az. Çocuk okul ya da kurstan aç geliyor, yemek yiyip, dersinin başına oturuyor. Anne ve baba işlerinin durumuna göre her akşam başka saatte eve varabiliyor ve birbirlerini beklemeden yemek yiyebiliyorlar.

Yoğun iş ve okul hayatı ailelerin ellerinden en basit rutinlerini bile alıyor. İnsanlar hayatlarını harcayıp gidiyorlar ve farkına vardıkları zaman da genellikle çok geç oluyor. Bu aralar Your Money or Your Life kitabını okuyorum. Bu kitap uzun zamandır içimde biriken hisleri iyice su yüzüne çıkartmaya başladı. Hararetle tavsiye ederim.

19 Nisan 2009 Pazar

Memlekette Servis Sektörü İĞRENÇ!!!!!!!!!!!

Bugün annemle Fenerbahçe-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Playoff maçına gittik. Fenerbahçe maalesef büyük hayal kırıklığı yaşattı ve de 3-0 yenildi. Neyse, 5 maç üstünden olduğu için hala ümit var. (Bu arada voleybol meraklısı annemdir, ben hiç anlamam, sadece sonuca bakarım. Annem tüm takımların oyuncularını ezbere bilir, hatta İBB'li Ulaş'ın Ziraat Bankası'nda çok başarılı olacağını düşünüyor, Ziraat yöneticilerine duyurulur).

Neyse, konu başka... Maçtan sonra ufak birşeyler atıştıralım diye Bağdat Caddesinde bir büfeye oturduk, birer çorba ve sandviç söyledik. Çorbaları bitirdik, sandviçleri bekledik, bekledik, bekledik ve nihayetinde ben öfkelenip, çorbaların parasını verdim, oradan çıktık. Hala aç olduğumuz için bu sefer başka bir cafe tarzı yere girdik, sandviç ve ayran söyledik, bir de ortaya salata. Ayranlar gelmedi ama hesabı isteyince 2 ayranın yazılmış olduğunu gördüm. Garsonu uyarınca "bugün çok hata yaptık zaten" demez mi? İnanılmaz birşey...

Bu kadar mı zor basit bir sipariş almak? Ben eğer bir gün bir yer açmaya kalkarsam, garsonları kendim eğiteceğim ve mutlaka siparişleri yazılı almalarını, aldıktan sonra asker usulu tekrar edip, teyid etirmelerini sağlayacağım. Üstelik de gittiğimiz her iki yer de neredeyse boştu. Belki 2 ya da 3 masa doluydu. Eskaza kalabalık bir gün olsa, ne olurdu kimbilir?

Krizin göbeğinde işyerlerinin peşpeşe kapandığı, insanların işlerini kaybettiği şu dönemde bu nasıl bir lakayıtlık anlayamıyorum. Her iki cafeye de bir daha adımımı bile atmam.