28 Nisan 2009 Salı

Tüketim Virüsü nasıl genç yaşta bulaştırılır?

Bugün bir alışveriş merkezinde 15-20 kişilik bir yuva çocuğu grubu gördüm. Tam yemek vaktiydi ve çocuk grubu uzun süre çorap-çamaşır satan bir mağazanın önünde beklediler. Muhtemelen onları buraya getiren öğretmenleri birşeylere bakıyordu, minicik çocuklar da onları bekliyordu.

Yuva çağındaki çocukları bir AVM'ye getirmenin nasıl bir mantığı olduğunu anlamıyorum. Yanımdaki arkadaşım çocukların belki de sinemaya getirilmiş olabileceklerini söyledi. Meraklı biri olduğumdan gidip çocuk filmi seans saatlerine baktım. Minikler tam iki seansın ortasına denk gelen bir saatte AVM'de dolaşıyorlardı. Yani sinema için getirilmişlerse bile çok erkendi. Üstelik de mağazaların önünde dikilmelerinin anlamı yoktu.

Çocuklara para ve alışveriş konusunda çok erken yaşlarda eğitim verilmesinden yanayım ancak bu bence aileleri tarafından yapılmalı. Sonuçta her ailenin değerleri, harcamaya ve paraya yaklaşımları farklı olacaktır.

Yıllar önce yurt dışında bir müzeyi gezerken grup grup çeşitli yaşlarda çocuğun okulları tarafından müzeye getirilmiş olduğunu görmüştüm. Okuma-yazma bilen yaştakiler daha evvel öğretmenleri tarafından hazırlanmış bazı soruları yanıtlamaya çalışıyorlardı. Bir eseri yaratan sanatçının kimliği ya da belli bir eserin hangi bölümde yer aldığı, hangi yılda yapıldığı gibi soruları yanıtlıyorlardı.

Yuva çağındakiler ise öğretmenleri ile birlikte bir eserin önünde durup, onu neye benzettiklerini, en çok nesini sevdiklerini, hangi rengin daha baskın olduğunu tartışıyorlardı.

Bizim ülkemizde de çocukları müzelere, tiyatro oyunlarına götüren okullar var. Onları yürekten tebrik ediyor ve de destekliyorum ama yuva çağındaki çocukları AVM'ye götüren "sorumlular"a ve onlara izin veren ailelere fevkalade şaşırıyorum.

Kardeşim yuvadayken bir komünist marşı söylemeyi öğrenmişti. 1980 öncesi hassas yıllarda...

Benim çocuğum yok ama buna rağmen bugünkü olay bu kadar dikkatimi çekti. Çocuk sahibi olanların işi çok zor.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Eğitim Şart! Ama...

Türkiye'de durmadan eğitimin öneminden, eksikliğinden, şart olduğundan söz ederiz. Annem her zaman "Eğitim cehalet alır, eşeklik baki kalır" der. İnsanlara okuma yazmayı, hesap yapmayı öğretebilirsiniz. Böylelikle cahil kalmazlar ama davranışlarını değiştirebilir misiniz? Davranışlarımız bize ailemizden geçer. Ailenin değerleri, ebeveynlerin önem verdiği konular ve onların davranış kalıpları bizi etkiler. Otomobilinden sigara paketini yola atan bir ebeveynin çocuğu yediği gofretin paketini çöpe atmayı akledebilir mi? Önündeki örnek neyse, elbette onun gibi davranmayı seçer. Üstelik yolda gofretin paketini yere atan bir çocuk görüp, onu uyarsanız ve doğru davranışın ne olduğunu söylemeye kalksanız muhtemelen o çocuğun ebeveyninin tepkisi ile karşılaşırsınız.

Şehirli, modern ve sosyal statüsü yüksek olduğu düşünülen pekçok insan sizi hayal kırıklığına uğratabilecek ölçüde kaba maalesef. Lüks arabasıyla yolunuzu kesen sosyetik hanımın, markalı giysiler giyen ama sigara izmaritini Nişantaşı sokaklarına atan şık beyin içlerinde birer "ayı" yaşamaktadır. Bu insanlar herkesi ve herşeyi eleştirip, görgüsüzlükle damgalamaktan çekinmeyen tiplerdir ama iş kendilerine gelince trafik kuralları ve hatta kanunlar bile onlara göre çiğnenebilir.

Karşınızdaki eğitilebilir olmadıktan sonra eğitseniz ne olur, eğitmeseniz ne olur?

İş hayatından bir örnek vereyim: Son çalıştığım şirketteki avukat hanım önüne gelen sözleşme örneklerinde her seferinde aynı hataları bulmaktan yakınıyordu. Örneğin her türlü sözleşmede Damga Vergisi satıcı tarafından ödenir diye şirketin genel bir kuralı olmasına rağmen, onayı için önüne konan her sözleşmede bu maddenin daha önceden müzakere edilmediğini fark ediyordu. Halbuki avukatın nelere temel olarak dikkat ettiğini kavrayan birisi, hem kendi işini çabuklaştırmak, hem de avukatın işini kolaylaştırmak adına, o konuları halledip, sözleşmesini avukatın önüne o şekilde getirmeyi akleder. "Öğrenen insan", "öğrenen çalışan", "öğrenen toplum" olmak gerek. Şu dünyadan geldiğimiz gibi gideceksek, niye geliyoruz ki?

26 Nisan 2009 Pazar

Paha Biçilemez

Bugün çok eski bir arkadaşımı evinde ziyarete gittim. Arkadaşım da eşi de çok eskiden çalıştığım bir firmadan eski dostlarım. Uzun süre New York'ta birlikteydik. Türkiye'ye döndükten sonra onlar evlendi, iki de kızları oldu.

Geçen sene şehrin dışında bir sitede müstakil bir eve taşınmışlardı. İkisi de bahçeye meraklılar. Hem evleri hem de bahçeleri pek güzel olmuş, güle güle otursunlar. Oturdukları sitede pek çok ev hala boş. Yaklaşık %25 oranında orada yaşayan varmış. Etrafın bu kadar tenha olması inanılmaz bir huzur veriyor insana. Bence sırf bu huzur için şehir dışında yaşamaya değer.

Birkaç saat oturup, sohbet ettik, keyif yaptık. Çok iyi geldi doğrusu. Dostlarla geçirilen zamana paha biçilemez.

Önceki yazımda beni bunaltan konular gerçekten önemli. Ben çocukken sanki insanlar daha başka türlüydü. Şimdi insanların öncelikleri çok farklı. Bitip tükenmez maddi istekler için çok çalışıyorlar, belki sevmedikleri işleri yapıyorlar ve ailelerine vakit ayıramıyorlar. Zaten çocuklar için de durum bir at yarışı şeklinde. Aileler zaman ayıramadıkları çocuklarını o dersten bu kursa götürüyorlar, dersler ve sınavlar ortak stres konusu haline geliyor. Sevgi ve ilgi eksikliği maddi şeylerle tamamlanmaya çalışılıyor. Çocuklar zıvanadan çıkıp, ufak şeylerden zevk almaz hale geliyorlar.

Her evde birden fazla televizyon var herkes kendi odasına çekiliyor, iletişim sıfırlanıyor. Aile büyüklerine ayrılan vakit azalıyor, çocuklar büyükanne ve büyükbaba sevgisinden yoksun kalıyorlar. Büyükanne ve büyükbabalarla biraraya gelindiğinde bu sefer de çocukların şımarıklığı ve tarzları onların hoşuna gitmiyor, haklı olarak eleştiriye başlıyorlar. Ebeveynler, çocuklar ve büyük ebeveynler arasındaki ilişkiler daha da geriliyor ve bir kısır döngü başlıyor.

Küçük yerlerden şehre göç edenler bir çeşit şok yaşıyorlar ve kendi değerlerini muhafaza edebilmek için şehir yaşamına aykırı davranmayı sürdürüyorlar. Bu sefer komşuluk ilişkileri kurulamıyor, hatta gerilime dönüşüyor. Çoğumuz kendimize benzeyenlerle dostluk edip, öteki olduğunu düşündüğümüz kişilere yakın davranmayı hayal bile etmiyoruz. Birçok insana kendilerini bize tanıtma fırsatı tanımıyoruz.

Sabırsız, rekabetçi, gergin, kızgın insanlarız artık.