3 Aralık 2010 Cuma

Son...The End... Fin...Das Ende...Owari...

Bu blogu yazmaya başladığımda uzun sürmeyeceğini düşünmüştüm ama tahminimden çok daha uzun sürdü. Fakat artık bir son vermem gerektiğine karar verdim.

31 Aralık 2010'dan itibaren blogu erişilmez konuma getireceğim.

2009 ortalarından beri hayatım benim istediğim yönde gitmiyor. Olumlu şeyler de var elbet ama bu ruh halinde güzel ve faydalı yazılar yazmam imkansız.

Beni takip edip, okuyan herkese teşekkür ederim. İlginiz ve yorumlarınız beni hep cesaretlendirdi ve mutlu etti. İstediğiniz yazıyı alıp, kullanabilirsiniz. Tabii ki "artık yayında olmayan Beğenmezsen Okuma blogundan alınmıştır" gibi bir ibare kullanmak şartıyla:)

Blogun ismini aceleyle koymuştum, sonradan da değiştiremedim. Blog yazmayı ve hatta bundan para kazanmayı düşünenlere önerim, isim konusunda dikkatli olmaları ve iyi seçim yapmaları. Daha çok ziyaretçi çekebilmek için yapılacak şeyleri Internet'ten ve kardeş blog Ekonomi Türk'ten bulabilirsiniz.

2011 yılı hepimize beklentilerimizin ötesinde güzel günler getirsin, sağlıkla, sevgiyle kalın!

T'Pol

8 Kasım 2010 Pazartesi

Mükemmel bir yazı...

My Endless New York

İçim cız etti. New York'u çok güzel anlatmış.

7 Kasım 2010 Pazar

Las Vegas







Son zamanlarda yazasım yok. İş için Las Vegas'a gitmiştim, resimlerini paylaşayım bari... Enteresan bir yer. Büyükler için lunapark gibi.

3 Ekim 2010 Pazar

Gayri ciddi bir İş İlanı

"Şirketimizin organizasyonunda ilke ve hedeflerini paylaşacak '' Operasyondan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı '' arıyor.

Üniversite Mezunu
En az 10 yıl ve üzeri bankacılık veya faktorig deneyimi olan

Opresyonun tüm sorumluluğunu alabilecek

Yüksek sayıda personel yönetiminde bulunmuz

Strateji ve planlama konuwsunda deneyimli

Yoğun tempoya ayak uydurabilecek

Yönetim ve iletişim becerileri gelişmiş

Üst Yönetiminin bir parçası olacak

Çalışma arkadaşı arıyoruz."

Bu ilana basvuracak kimse cikar mi acep? Yukarıdaki iş ilanı Kariyer Net'in üst düzey ilanları yayınladığı Kariyerexecutive.net web sitesinden. İlanı yayınlayan kurumun adı belli değil. İyi ki saklamışlar isimlerini... Kimse bilmesin zaten...

14 Eylül 2010 Salı

Canınız kaç para eder?

Uçak düşüyor 36 kişi kurtuluyor, minibüs kaza yapıyor 13 kişi ölüyor. Uçakta mürettebat dahil kaç yolcu vardı? Muhtemelen 47. Minibüs'te şoför dahil kaç yolcu vardı? Bir rivayete göre 25 kişi... El İnsaf!

Bir de ustelik minibüs şoförünün son 9 ayda 39 ceza aldığı söyleniyor. 6'si tehlikeli araba kullanmaktan, 18'i fazla yolcu almaktan ve diğerleri de hatali park yapmaktan... Bu adami tımarhaneye tıkmak, ehliyetine el koymak varken, arac kullanmayı sürdürmesine izin vermek tam anlamiyla cinayet olmuş. Hava yağışlı, minibüste 25 kişi var ve adam sürat yapıyor. Hastanede yoğun bakımdaymış, ölmemiş. Ölenlerin yakınlarının nasıl öfkeli olabileceklerini tahmin edebiliyorum. Bu nasıl bir bilinçsizliktir?

Bayramda otoyol ve köprülerden geçişin ücretsiz olduğunu yazan levhaları okuyamadıkları için trafiğin kilitlenmesine neden olan sürücülerden bahsediliyordu. Adam kamyon şoförü ama okuması yazması yok! Haydi kendisi zır cahil, okuması bile yok, aklına yattı ehliyet almaya kalktı. Iyi de ehliyeti ona kim verdi? Bu adama ehliyet verenin tetikçi tutup adam öldürtenden ne farkı var?

Minibüsler fazla yolcu alıyor. Kural koyucular bu işe dur demiyor. Tamam, hepsi kabul de bizlerde hiç hata yok mu? Herkes yeteri kadar duyarlı davranıp hatalı araç kullanan toplu taşıma araçları sürücülerini uyarıyor mu? Ilgili yerlere şikayet ediyor mu? Bazılarınız şimdi diyecek ki: Şikayet etsek ne oluyor? Hiçbirşey değişmiyor... Evet bu da kabul ama şikayet edenlerin, sesini duyurmaya çalışanların sayısı çok az. Şikayetler ve tepkiler çığ gibi büyüse, herkes şikayetlerini yağdırsa elbette bir noktada yetkililer kulaklarını açıp bizi dinlemek mecburiyetinde kalacaklar.

Bugüne kadar ne zaman yolda sorunla karşılaşıp 155'i arasam, telefona çıkan memurlar her zaman çok yardımcı oldular.

Geçen sefer Ankara'dan Istanbul'a gelirken yolda beni sıkıştıran, hatta sonra da önüme geçip hızla akan otoyolun sol şeridinde fren yaparak hem beni, hem kendi aracındakileri, hem de başkalarını tehlikeye atan bir sürücüyü şikayet ettim. Telefonu açan memur son derece kibar bir şekilde benden tüm detayları aldı. Hatta bir 10 dk. sonra tekrar beni arayıp, hem tekrar geçmiş olsun dedi, hem de hatırladığım ilave bir şey olup olmadığını, beni sıkıştıran aracı tekrar görüp görmediğimi sordu. Gişelerden geçerken ekiplerin aracı durdurmuş olduklarını da gördüm. "Nasılsa düzelmez, nasılsa beni dinlemezler" demeyin.

Eğer bizler sonuç almak ve birşeyleri değiştirmek istersek, muhakkak başarabiliriz. Lütfen adam sendeci olmayalım, duyarlı vatandaşlar olarak gördüğümüz yanlışların düzeltilmesi için baskı kuralım, sesimizi yükseltelim.

12 Eylül 2010 Pazar

Sevgi Mağazası

Geçen yazımda Sevgi Dükkanı demişim ama doğrusu Sevgi Mağazası olacak.

Kullanmadığınız herşeyi buraya bağışlayabilirsiniz. Ben birkaç yıldır kullanmadığım eşyalarımı ve fazla giysileri buraya bağışlıyorum. Giysi, ayakkabı, çanta, yorgan, yastık, çarşaf hatta beyaz eşya bile verebilirsiniz. İhtiyaç sahipleri de gelip buradan ihtiyaçları olan şeyleri temin edebilirler.

Mağazanın geçtiğimiz yıllarda yeri birkaç kez değişti. Gitmeden evvel mutlaka web sitelerine bakıyorum. Aklınızda olsun.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni Eşyalar

Bilirsiniz tutumlu biriyim ama bazen bazı eşyalarla vedalaşıp onları yenilemek gerekiyor. Evimde nadiren yatılı misafir olur. Gelenler de genellikle annem ve kızkardeşim ya da dayım ve eski bir iki arkadaşımdır.

Geçenlerde fark ettim ki, misafirler için kullandığım üç takım çarşaf/nevresim var ve en eskisi 13 yıllık, en yenisi ise 6-7 yıllık. Öyle eski püskü bir halleri yok ama el insaf dedim kendi kendime...

Dün annemle konuşurken bunları yenilemek istediğimden bahsettiğimde "Evet T'pol, o mavi olanı ben sana taa İzmir'e taşındığın sene, 1996 sonunda vermiştim. Her gelişimde görmekten bıkkınlık geldi!" deyince anladım ki artık hakikaten yenileme zamanı gelmiş.

Bugün Palladium alışveriş merkezinde dolanırken English Home'a bakmak geldi aklıma. Çok güzel birbiriyle karıştırarak kullanabileceğiniz nevresim, çarşaf ve yastık kılıfları var. Fiyatlar da şaşırtıcı ölçüde makul geldi bana. Hemen tek kişilik iki takım seçtim. Bir dahaki Istanbul'a gelişimde eskileri tertemiz paketleyip Sevgi Dükkanı'na bırakacağım. Bundan sonra yenileri kullanacağım.

Tutumluluk iyi hoş da bazen ucu kaçabiliyor demek ki... Kendi kullandığım takımların da bazıları oldukça eski. Kenarda daha evvel uygun fiyatla bulup aldığım hiç kullanmadığım iki takımım var. Yeni bir işle Istanbul'a döndüğümde kutlama olsun diye bunları kullanıma açmayı planlıyorum:)

7 Eylül 2010 Salı

Sonbahar

Benim açımdan sonbahar geldi çünkü artık gece pike yetmiyor, tarla domatesi bakkallarda bol bol bulunur oldu, karpuzun tadı kaçtı, sabah erken ve akşamüstü insanın sırtına ince bir kazak, şal ya da hırka alası geliyor.

Sonbahar en sevdiğim mevsimdir. Kendime göre kışa hazırlık yaparım. Domates sosları hazırlarım, barbunya ayıklarım ve bunları dondururum. Dolaplarımı gözden geçirip, verilecekleri veririm. Geçtiğimiz hafta sonu dolaplar temizlendi, verilecek giysiler yerlerini buldu. Önümüzdeki dönem neye ihtiyacım olup olmadığını tespit eme fırsatı buldum. Bu arada fark ettim ki, evimin biraz bakıma ihtiyacı var. Önümüzdeki altı ay evi iyileştirme fonu yaratmaya yani bu amaçla para biriktirmeye çaba göstereceğim.

TV koltuğum ve 3'lü kanepemin değişmesi gerekiyor. Bunları tamir ettirmek ve yüzlerini değiştirmek daha pahalıya mal olacak. Bir de evdeki kapıları yenilemek istiyorum. Baharda da badana yaptırmak gerekecek.

Şimdilik Ankara-İstanbul arasında dolanarak ve annem ile kızkardeşimde kalarak idare ediyorum. Ankara'da ev açmak ya da evi Ankara'ya taşımak niyetim yok. Bakalım ilerleyen günler neler gösterecek?

Bu arada Ekim ayında yurtdışında bir eğitime gideceğim. Döndükten sonra artık bu kendime yaptığım yatırımı çıkartmaya başlamayı umuyorum. Bu da bazı hafta sonları çalışmak demek. Zira hem tam zamanlı bir iş yapmak, hem de eğitimler vermek lazım. İki işi en azından 2012 ortasına kadar beraber götürmek niyetim var.

Bu sene çok büyük bir leylek sürüsünü havada gördüm. Pek çok seyahat demek değil mi bu? Şimdiden biri tamamlanmış, diğeri planlanmış iki yurtdışı seyahatim var. Ankara-İstanbul gidip gelmek de mini seyahatler zaten. Kurban Bayramı için henüz plan yapmadım ama annemle bir yerlere kaçalım istiyoruz. Sonbaharı gerçekten seviyorum...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Yeni Bir Blog

Insider Trading blogu EkonomiTürk'ün Editörü'nün yeni blogu. İngilizce bilen okurlarımızın ilgisini cekebilir.

Benden söylemesi...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Blogda Reklam

Ben bloguma reklam almiyorum fakat ne hikmetse bloga girdigimde reklam goruyorum. Bu ne iş? Engellemenin yolunu bilen varsa paylaşsın lütfen. Çok gıcık bir durum. Üstelik de hiçbir zaman onaylamayacağım reklamlar olabiliyor.

8 Ağustos 2010 Pazar

Tatil Bitti...

Gectigimiz hafta yurt dışında kısa bir tatil yaptım. Uzun zamandır tam zamanlı çalışmadığım için hayat zaten biraz da tatil gibiydi. Önümüzdeki günlerde yeniden tam zamanlı çalışmaya başlayacağım.

Hafta sonum eşya toparlamak ve eşe dosta aldıklarımı organize etmekle geçiyor. Bütün gece pervanenin önünde uyuyabildim. Hava o kadar sıcak ki, dayanılır gibi değil. Üstelik benim evim normalde hiç sıcak olmaz bile...

Bugünkü programda ev toplama ve saç boyama var. Yarın işe başlamak için gerekli belgeleri toparlayacağım, akşam da arkadaşlarla yemeğe gideceğiz. Salı günü son rötuşlar, Çarşamba da ver elini Ankara...

İki haftada bir hafta sonları İstanbul'a gelirim diye düşünüyorum. Şeker bayramında da burada olacağım. Malum son gün referandum, zaten oy vermem lazım.

Hava erken kararmazken Cuma'dan iş çıkışı doğrudan İstanbul'a gelmek mesele değil. Hava erken kararmaya başladığında aile efradı biraz husursuzluk yaratıyor. Aşarım herhalde:)

Genelde başına buyruk bir kişilik olmam sayesinde fazla vıdı vıdı yapıldığında kuvvetlice homurdanarak ve başkaldırarak herşeyle başedebiliyorum. Ne kadar özgürlüğüne düşkün biri olduğumu fark ettiğimde zaman zaman ben bile şaşırıyorum. Tatilde de böyle birkaç an yaşadım. Uzun bir uçak yolculuğundan sonra otele varıp yerleştiğimde derin bir nefes aldım ve yüksek sesle kendi kendime "iyi ki gelmişim" dedim. Kendi kendimle başbaşa olmak benim için çok önemli. "E zaten tek başına yaşıyorsun" diyeceksiniz ama işte hissettiğimi ifade etmekte zorlanıyorum. Tek başına yaşamak her zaman insanın kendiyle başbaşa olması demek değil. Düşünmek gereken, endişelenmek gereken konuların olması bile iç huzurunu yakalayamamaya sebep oluyor.

Tatil çok iyi geldi. Yeni işime adapte olmakta zorlanacağımı da sanmıyorum. Saygısızlık ve haksızlık olmadığı müddetçe adaptasyon sürecim çok kısadır. Velhasıl kendimi iyi hissediyorum şu günlerde... Darısı herkesin başına!

27 Temmuz 2010 Salı

Süper Haber!

Geçtiğimiz ay bir sertifika sınavına girmiştim. Çok zor bir sınavdı. Çıktığımda da kesin geçemeyeceğimi düşünüyordum. Okul yılları çok geride kaldığından yeteri kadar odaklanarak çalışamamıştım.

Materyal de çok uzundu. Sanırım 800 sayfa kadar falandı. Çok bunalmıştım ve de tekrar sınava girmek fikri bile fena geliyordu.

Bugün süper haberi aldım. Geçmişim! Üstelik de öyle sınırda falan değil, gayet iyi bir puanla:) Aferin bana diyor ve de omzuma vuruyorum.

Haa bu sertifika çok gerekli miydi? Yoo... 20 küsür senedir yaptığım işte uzman olduğumu gösteren, dünyada kabul görmüş bir sertifika sadece. Fakat bunu alarak bir yatırım yapmış oldum. Bunun eğitimini vermek, danışmanlık yaparken akreditasyonumu kanıtlamak açısından önemli olabilir.

En iyi yatırım kendinize yaptığınız yatırımdır!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Sıcaklarla başım dertte...

Kesinlikle yanlış memlekette doğmuşum ben. Şöyle kuzey ülkelerinden birinde filan doğsam ne güzel olurmuş. 21 derece santigradın üstü benim için dayanılmaz sıcaktır. Yazın Akdenizin ve Güney Ege'nin suyunu sevmem, çok sıcak bulurum. Mart ayında Bozcaada'da denize girmişliğim vardır.

Evimi seçerken çok dikkatli davranmış, yazın çok sıcak olmayacak bir daire olmasına özen göstermiştim. Genelde yazın evde bunalmam ama bu sene bir başka galiba. Oturduğum yerde ensemden ter aktığını hissediyorum.

Durmadan serin su, ev yapımı buzlu çay tüketiyorum, bana mısın demiyor. Günde üç serin duş alıyorum, yok yine serinleyemiyorum. Geçenlerde bir arkadaşım oturduğu sitenin havuzuna davet etti, havuz bile sıcak geldi...

Düşünün ki bu haldeki ben iki yıl İzmir'de yaşamıştım. Oturduğum eve klima taktırma imkanım yoktu. Uzaktan kumandalı ve saat ayarı yapılabilen bir fan almıştım. Gece serin duşa giriyor, havluyla kurulanmadan doğrudan bir çarşafa sarınıp, iki saate kurduğum fanın önünde uyuyordum. İki saatin sonunda uyuyamamışsam, ya da uyanırsam, kumanda ile fanı tekrar çalıştırıyordum. Bu taktiği henüz Istanbul'da uygulamadım. Zaten yaş da ilerledi belki dokunur ne bileyim ben...

20 Temmuz 2010 Salı

Kargo Şirketleri

Geçenlerde benim Ankara'ya, dayımın da Konya'dan bana Istanbul'a birer kargo göndermesi gerekti. Ben oturduğum bölgedeki en yakın kargo şirketi olan MNG kargo'ya zarfımı teslim ederken, ertesi gün gönderinin gideceği yere varıp varmayacağını sordum, aldığım müspet yanıt üzerine gönderiyi teslim ettim.

Dayımsa bana ulaşması gereken evrak acil olduğundan Yurtiçi Kargo'nun bana yakın bir şubesine kargo ulaştığında beni arayacakları ve benim gidip almam gerekecek şekilde aynı saatlerde zarfını teslim etmiş.

Sabah saat 9:30'da Yurtiçi Kargo'nun telefonu üzerine uyandım ve hazırlanıp çıkmadan evvel kendi kargomun durumunu Internet üstünden kontrol ettim. Benim gönderim de saat 10:00 itibariyle Ankara'daki şubenin elinde görünüyordu. Akşama kadar zarfın teslim edileceğini düşünerek rahatladım ve evden çıktım.

Akşam saat 17:00 civarında benden kargo bekleyenler gönderinin ellerine ulaşmadığını bildirdiler. Olacak iş değil. Zira, kargo şubesi ile teslimat adresi arası 15 dakikalık bir mesafe bile değil. MNG'yi aradım, bana aşırı yoğunluk olduğunu, kargonun yarım saatte teslim edileceğini söylediler. Eh, olabilir tabii, iyi ki arayıp hatırlattım diye rahatladım. Ertesi sabah saat 11:00'de gönderi hala teslim edilmemişti iyi mi?

Önce ilgili şubeyi, sonra Ankara Bölge Müdürlüğü'nü aradım. Şubedeki yönetici beni tam 5 dakika bekletince, telefonu kapadım. Bölge Müdürlüğü ise telefonu herhangibirine dahi bağlamayı başaramadı. Herkes meşgulmuş. İşlerini yapmadıklarına göre ne ile meşgulduler bilemedim.

Sinirim uçmuş bir şekilde Genel Müdürlüğü arayıp, kibar bir yetkili hanıma durumu anlattım ve kargo 1 saat kadar sonra teslim edildi. Bir daha MNG Kargo ile çalışmam tövbe! Genelde yazılarımda marka, model vs.'den bahsetmiyorum ama bu başıma gelenler gerçek. Yalanım yok, isteyen dava açsın!

16 Temmuz 2010 Cuma

Değişim Rüzgarları...

Başlık biraz romantik olsa da aslında ilgisi yok. Uzun zamandır yazmıyordum, aslında yazmak için her zamankinden fazla da vaktim vardı. Fakat yazmak içimden gelmiyordu, hala da gelmiyor esasında...

Önümüzdeki günlerde hayatımda bayağı bir değişiklik olacak. Bir ayağım başka bir şehirde yaşamaya başlayacağım. Aslında bir ayağımdan fazlası... Sanırım başım hariç her tarafım. Aklım İstanbul'da olacak ve evimi kapatmayacağım. Her hafta sonu olmasa da sık sık evime gelmek istiyorum. Tabii bu değişiklik daha uzun vadeye yayılma eğilimine girerse, belki taşınmayı düşünebilirim. Ama temelli değil... Lütfen temelli olmasın... Benim yuvam burası.

Bazen hayat insanın önüne hiç beklemediği fırsatları (umarım fırsattır) çıkartıveriyor. Uzanıp almazsak, daha sonra "acaba?, keşke..." deme ihtimalimiz olur diye düşünüyorum. Bir arkadaşım bunu şöyle yorumluyor: "Karşına çıkan kapı beklediğin, bulmayı umduğun kapı olmayabilir ama bu nedenle o kapıdan geçmezsen, belki de bulmayı umduğun kapıya hiç erişemezsin". Mantıklı geldi bana ama belki de mantıklı gelmesini istediğim içindir...

Aldığım karar tamamen rasyonel, işin içine duygularımı, İstanbul'a olan sevgimi, buradaki geniş arkadaş çevremi hiç katmadım. Katsaydım bu kararı alamazdım. Eh mahlası T'Pol olan birinin de mantıklı bir Vulcan'lı gibi karar vermesi beklenir zaten:)

Amerikalıların bir deyimi var: "Hayat sana bir limon verirse, limonata yap!". Ben de öyle yaptım. Bakalım limonatanın içilir hali var mı?

27 Haziran 2010 Pazar

Bu Hafta Sonu Okuduklarım

New York Times'dan

Are Cells the New Cigarettes? Cep Telefonlarının gerçekten zararlı olup olmadığını bilmiyoruz. Çok eskiden sigaranın da zararlı olduğu bilinmiyormuş. Yıılar sonra kokusu çıkacak bunun da...

Williams and Sharapova Ready for Another Battle Tenis seyretmesi de oynaması da çok zevkli bir spor. Eskisi gibi zengin sporu da değil üstelik. Oynayamıyorsanız, izleyin derim. Wimbledon, US Open, Australia Open ve Roland Garros turnuvalarını kaçırmayın.

Ekonomi Türk'ten

Değişen Çalışma Koşulları Çok kısa bir süre içinde gerçekten yaşam tarzı muazzam değişti.

Twitter Nasıl Para Kazanıyor? Güzel bir yazı. Bazı fikirler nasıl paraya dönüşüyor merak ederim. Twitter'cı değilim henüz. Direniyorum.

Sahibinden Satılık Kuzguncuk'ta Daire Atıfta bulunulan NY Times yazısını ben de okumuştum, gerçekten çok güzel.

The Simple Dollar'dan

Askers, Guessers and Personal Finance Trent yine doğru bir noktaya temas etmiş.

Getting Things Done Bu Trent'in seri halinde yayınladığı bir kitap özeti ve kendi alışkanlıklarının harmanı.

26 Haziran 2010 Cumartesi

Karmaşa

Normalde her hafta evimi temizlemeye gelen biri var. Iki hafta once konsantre bir sekilde calismam gerektiginden ondan o hafta gelmemesini rica ettim. Dun yani Cuma gunu gelecekti ancak esi rahatsizlanmis, Pazartesi gelmeyi onerdi, ben de tabii ki dedim ve fakat benim muhteşem "ev kadınlığı" yeteneklerim sayesinde ev aldı başını gidiyor.

Normalde dağınıklık beni pek rahatsız etmez ama artık kirlilikle birleşti. Mecburen gidip elektrik süpürgesiyle biraz samimi olmam gerekecek ama ütüye elimi bile sürmem!

Hayatta en gıcık olduğum ev işi ütü yapmaktır. Gerçi gıcık olmadığım bir ev işi türü de yok zaten...

Bekar ve çocuksuz olmaın iyi taraflarından biri de bu: Ev işi konusunda asgari sorumlulukla idare edilebiliyor. İş hayatında disiplinli ve sorumluluk sahibi biri olmama rağmen evdeki sorumluluk ve mecburiyetler benim için kabus gibi...

Bir süredir free lance çalışmakta olduğumdan, düzene sokulması gereken unsurlardan biri de farklı projelerle ilgili dökümantasyon ve çalışma ortamım. Maalesef evimin küçük oluşu kendime adam gibi bir çalışma ortamı yaratmamı şu an için engelliyor. Dolayısıyle de yemek masasının üstü kabus gibi. Yemek masası yemek amaçlı olarak çok nadir kullanıldığından onu çalışma masasına çevirmek kötü bir fikir değil. Ama asgari bir düzeni de sağlayabilmek lazım.

Hazır içimden gelmişken gidip biraz ortalık toplayayım. Bu ilham kaçarsa geri gelmez...

24 Haziran 2010 Perşembe

Yok terslik bende, bankalarla başım dertte!

Dün Garanti'nin web sitesi, bugün de Ziraat Bankası Internet Şubesi!

Geçtiğimiz günlerde Ziraat Bankası Internet Şubesinden her zamanki gibi bir ödeme yapmak istedim fakat sürekli hata verdi ve sisteme giremedim. Çağrı Merkezi'ni aradığımda bana yanlış şifre girdiğimi söylediler. Olmaz ama yine de pekiyi dedim, tekrar denedim, yok çalışmıyor işte. Telefondaki görevli bana yine yanlış girdiniz dedi. Güya eski şifre giriyormuşum. İyi de şifreyi zaten cep telefonuma kendileri gönderiyor! Ya nasıl olur işte sen telefonda dinlerken ben adım adım girişimi yaptım. Bu işte bir sorun var lütfen arıza kaydı açın dedim kapattım.

Ertesi gün arıza kaydı ile ilgili bir görevli beni aradı. Bana kullanmadığım eski şifrelerin olduğunu söyledi. Olabilir. Tam işlem yapmak için giriş yapacakken vazgeçmiş olabilirim. Telefon ya da kapı çalmıştır, aklıma birşey gelmiştir. Diğer bankalarin Internet Şubelerinde birşey olmuyor. Dedim ki anlaşılan şifresel bir problem var. Resetleme falan yapılamıyor mu? Yapılamıyormuş. Sorunumu çözemediler ama açtırdığım kaydı her nasılsa kapatıverdiler. Çağrı Merkezlerinin nasıl çalışması gerektiğini bilmesem, farkına varmam.

Bu sefer şubeyi arayıp, durumu anlattım bari yeni bir parola isteyelim, yeni bir de şifre ister, sorunu çözerim diye düşündüm. Ama heyhat! Olmuyor da olmuyor işte... Bu nasıl bir sistem çözemedim. En iyisi Internet Şubesi uygulamasını yekten kapattırmak dedim ve kapatılmasını talep ettim. Yeniden açtırır mıyım bilmem. Bakacağız artık.

If it ain't broke, don't fix it!

Biri bunu Garanti Bankası'na söylemeli. Öteden beri beğendiğim bir web siteleri vardı. Nereden estiyse değiştirmişler.

Her zaman şıp diye bulduğum hesaplama aracına ulasmak için kılı kırk yardım. Nihayet hesaplama aracına ulaştım ve fakat kendisi hesaplama yapmamaya karar vermiş...."Özür dileriz, şu anda işleminizi gerçekleştiremiyoruz. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz." mesajı vermeyi tercih ediyor. Dün denemiştim, bugün de denedim ama gel gelelim hesaplaMA aracı çalışmıyor.

Hey Garanti Bankası! Neler oluyor orada? Ne diye iş çıkarıyorsunuz boş yere? Web siteniz güzeldi, niye değiştirdiniz?

23 Haziran 2010 Çarşamba

Kimlik Bilgilerimiz her yerde uçuşuyor!

Bugün Türk Telekomu aradım, sesli yanıt sistemine telefon numaramı girmiş olmama rağmen çağrı merkezi yetkilisi adımı, soyadımı, vatandaşlık numaramı ve annemin kızlık soyadının TAMAMInı sordu. İlk ne zaman diş çıkardığımı ve iç çamaşırımın rengini de soracak diye bekledim doğrusu...

Bu nasıl iş? Zaten adresim telefon numaram ellerinde, zaten bu bilgiler sistemlerinde, ne diye tamamını soruyorlar? Call Center çalışanı nasıl birisi ben nereden bileyim? Bankalar hiç olmazsa, anne kızlık soyadını bazı harflerini falan soruyor. Bunlarsa aşmışlar valla! Ne biçim iş bu?

20 Haziran 2010 Pazar

Deterjan Kullanımı

Bugün yeni bir deterjan paketi açtım. Şu konsantre olan toz çamaşır deterjanlarından. İçinden kocaman bir ölçek çıktı. Hoppala! Hani bu konsantre diye az kullanılacaktı? Baktım temiz çamaşırlar ve tek su yıkama için önerilen miktar benim kendi küçük ölçeğimle kullandığımın tam iki katı, hatta biraz daha fazla. El insaf!

Siz siz olun kullanacağınız deterjan miktarını kendiniz belirleyin. İstediğiniz sonucu aldiğiniz minimum miktar neyse onu kullanin. Ambalajda yazılanlara kulak asmayın.

Benim gibi hassas ve allerjik bir cildiniz varsa, teninize giydiğiniz giysileri de mutlaka iki kes durulayın. Zira deterjanlardan inanılmaz artık kalıyor.

17 Haziran 2010 Perşembe

Böyle Babalar da var! Erken Babalar günü yazısı

Babamı yitireli 16 yılı geçti, ama acısı hiç azalmadı.

Babalar Günü'nü sevmediğimi de daha evvel belirtmiştim ama bugün Habertürk'te "Görme engelli kızı ile 5 yıl ders dinledi" haberini okuyunca "Helal olsun!, demek ki kız kısmı okumasa da olur demeyen, 15'inde kızını inek, manda karşılığı satmayan, çocuk sayısı sorulduğunda sadece erkeklerin sayısını söylemeyen böyle babalar da varmış" dedim. Gazetelerde böyle haberlere hasretiz. Toplum tamamen çıldırdı diye düşünürken bu haber ilaç gibi geldi.

Helal olsun!


.

15 Haziran 2010 Salı

Geri sayım!

Genellikle geri sayımını en çok sevdiğim şey seyahat tarihlerimdir (bir Amerika tatili için 287 gün evvelden geri sayıma başlamıştım... evet bazı seyahatleri o kadar önceden planlayabiliyorum) fakat bu sefer durum başka: 19 Haziran'a doğru geri sayıyorum.

Elimde bitmesi gereken bir projem var ve tarih hızla yaklaşırken ben de toparlama ve sonlandırma faaliyetlerime hız verdim.

Stresli olduğumu itiraf etmeliyim ama kötü stres değil. Dolayısıyle de motive edici bir yanı var. Bakalım yüzümüzün akıyla çıkabilecek miyiz şu işten?

4,3,2,1,....!

.

12 Haziran 2010 Cumartesi

CRM!

CRM uygulamasını basit bir yazılım sanan üst yöneticilerden, bankanın ve GSM operatörünün doğum günü kutlaması yapması sanan sade vatandaşa kadar bu konunun ne olup ne olmadığını bilen pek yok. Tavsiyem Uğur Özmen Hocamın yazılarını okumanızdır.

Bugün TTNET'ten bir mail aldım. Bana Vitamin paketi öneriyorlar! E güzelim, bunca senelik ADSL abonenim, kullanma alışkanlıklarıma bakıp bugüne kadar sen benim bekar biri olduğumu, çoluğum çocuğum olmadığını nasıl öğrenemedin ki? Pes doğrusu!

.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Televizyonsuz 4. Gün

Televizyon izlemeyi hiç aramıyorum desem? Üstelik de Internette gezme zamanım artabilir diye korkuyordum, hiç de öyle olmadı. Tabii hafta sonunu yarı baygın geçirmek de TV isteğini köreltmiş olabilir. Bakalım bundan sonraki günler nasıl olacak?

İzlemeyi sevdiği programlar Internetten izlenebiliyor:

Fringe
Flashforward
Canım Ailem
Gönülçelen

Haberleri Internet'ten okuyorum. Düzenli takip ettiğim bloglar var. Bazen sırf izlenebilir birşey bulma umuduyla bir saat zap yaptığımı düşündükçe üzülüyorum. Belgesel kanalları da sürekli aynı programları tekrar eder hale gelmişti. Uçak Kazası Rapor'unu bile paketleyip yeni gibi tekrar sunuyorlardı.

Bu ara bana iyi geliyor gibi. Ayın 19'una kadar yetiştirmem gereken bir projem var. Bakalım ondan sonra planladıklarımı yapıp, daha çok okumaya vakit ayırabilecek miyim, yoksa Aptal Kutusu'nu özlemeye başlayacak mıyım?

6 Haziran 2010 Pazar

43'ten 44'e

Cuma: Yakın Dostlarla erken doğumgünü kutlaması!
Nevizade, sonra açık bir mekanda müzik, Bol kahkaha ve keyif

Cumartesi: Tansiyon: 150/111, Başağrısı: Korkunç

Pazar(Doğumgünü): Tansiyon: 140/100, Başağrısı: Berbat ama geceye doğru biraz daha iyileşme, Tansiyon:130/94 Başağrısı: Çekilir

Tamam 43'ü bitirip, 44'e girerken 23'ü bitirip, 24'e girer gibi kutlama yapılmayacak. Anladım ben onu... (Derin iç çekme)

.

3 Haziran 2010 Perşembe

Market Alışverişi için En İyi Zaman

Haftalık alışverişinizi hafta sonu yapmak gibi bir derdiniz yoksa yani buna hafta içi vakit ayırabiliyorsanız ne mutlu size!

Hafta sonları AVM'lerden ve marketlerden veba varmış gibi uzak dururum. Yurdum insanı hafta sonu çoluk çocuk, büyükanne, büyükbaba hep beraber pikniğe gidiyor havasında AVM ve marketlere geldiğinden alışverişi hafta içi yapmaya bakarım.

Eğer çalışıyorsanız ve gündüz saatlerinde gidemiyorsanız, size önerim popüler dizilerin günlerini ve saatlerini takip etmeniz. Mesela ben Aşk-ı Memnu günleri saat 20:00-22:00 arası alışveriş yapıyorum. Birkaç yıl evvel de Binbir Gece dizisi yayınlandığı zamanlarda alışverişe çıkıyordum.

Temel kurallar: Alışverişe aç karınla çıkmayın, bir listeniz olsun ama indirimdeki ürünlere de muhakkak bir göz atın.


.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Televizyonsuz Hayat

1991'in başında Amerika'da yaşadığım bir dönemde yeni bir eve taşınmıştım. Kiraladığım daire eşyalıydı ancak sahibi TV'sini beraberinde götürdüğü için bir TV almam gerekiyordu. Yakın bir arkadaşım 110-220 Volt çalışabilen multi-system bir televizyon almamı önerdi. Böylece Türkiye'ye dönerken onu götürebilirdim. Şimdi olsa asla bu tavsiyeye uymazdım zira, Amerikan sistemine göre çalışan bir TV'yi o dönemlerde 200 USD civarına bir paraya alabiliyorken, aldığım Sony 49 Ekran TV'ye 540 USD ödedim.

Aldığım televizyon süper çıktığından hala onu kullanıyorum. Dolayısıyle belki de bu kötü finansal fikir o kadar da kötü değildir:)

Bir süredir TV izlemenin hayatımda çok fazla zamana mal oldugunu, bazen seyredecek adam gibi bir şey ararken bir sürü vakit kaybettiğimin farkındaydım. Elimde Haziran sonuna yetiştirmem gereken bir çalışma var. Dikkat dağıtan şeylerden uzak durmaya ve konsantre olmaya gayret ediyorum. Bu nedenle radikal bir adım attım ve Digitürk üyeliğimi iki ay boyunca askıya aldım. Neden mi iki ay? Öncelikle zaten yazın seyredecek birşey olmuyor. Genellikle dizi tekrarları ile vakit dolduruyorlar. Seyrettiğim dizileri Internet'ten rahatça izleme imkanım var. Zaten yerli dizilerden sadece iki tanesini takip ediyorum ve biri bu sezon bitiyor. Hayır Aşk-ı Memnu değil, Canım Ailem'den bahsediyorum:)

Okunmak için sıra bekleyen bir sürü kitabım ve uzun zamandır planladığım birkaç çalışma var. Bunlara konsantre olmak istiyorum.

Eğer iki ay boyunca TV'ye müthiş bir hasret duymazsam, TV'siz hayatımda mutlu olursam, kendisini sonsuza kadar hayatımdan çıkartmaya niyetim var. Böylece her ay ödediğim Digitürk parasından kurtulacağım (Internet masrafım artacak)ve de 1991 model televizyonum bozulduğunda ki, artık bozulması muhtemelen an meselesi, onu yenilemek zorunda kalmayacağım. Bu da ciddi bir tasarruf kalemi. Ama bu işin esas katma değeri bana olacak. Kendimi geliştirmek için bazı çalışmalar yapıp, birçok kitap okuyacağım. Bu da elbette bana kendimi çok daha iyi hissetirecek. Bence paha biçilemez...


.

1 Haziran 2010 Salı

Alışverişkolizm mi?

Geçtiğimiz günlerde çok eski bir arkadaşımla keyifli birkaç gün geçirdim fakat alışveriş merakı beni endişeye sevk etti doğrusu.

Nerede bir dükkan ya da tezgah varsa hepsine baktı ve birkaç defa "şunu alsam mı?" anlarına ben müdahale ettim. "Sende o kolyenin aynısının yeşil boncuklusundan yok muydu?", "Buna gerçekten ihtiyacın var mı?" gbi sorular sormak zorunda kaldım. Zorunda kalmak ne demek? Saçma! diye beni eleştirecek okuyucular olabilir fakat bildiğiniz gibi değil arkadaşımın hali. Öncelikle almak istediği şeyler ihtiyaç olabilecek şeyler değildi. Hali tavrı sanki daha bir tuhaf geldi bana. Esasında almayı düşündüğü şeyleri almakta tereddütlü olduğu, o şeylere ihtiyacı olmadığının farkında olmasına rağmen kendini sanki alışveriş yapmaktan alamazmış gibi bir ruh hali içindeydi. Ufak tefek müdahalelere rağmen lüzumsuz birkaç parça şey satın aldı.

Bağımlılıklar konusunda fazla bilgim yok. Yıllar önce amcamı alkolizmden kaybettim ama hem çok yakın değildik, hem de farklı şehirlerde yaşıyorduk. Bağımlılık sürecini bu yüzden bilmiyorum ama arkadaşım için endişelendim.

Birkaç günlüğüne biraraya gelmişken de bu konuyu açıp, ciddi olarak konuşmak ve canını sıkmak da istemedim. Ayrı şehirlerde yaşadığımız için sık görüşemiyoruz. Aslında çok mesuliyetli ve tutumlu biriydi ama ne olduysa alışverişe yönelmiş. Kendi de durumun biraz farkında gibi zira alışverişe merak geliştirdiğini, kendisinin de bunun nasıl olduğunu bilemediğini söyledi bir ara ama uygun olmayacağını düşünerek çok da deşmedim.

Umarım boş yere endişe ediyorumdur.

.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Okuma Önerileri

Ten Examples of Shockingly Excellent Customer Service Bu tür örneklerden memlekette de var mıdır ki?

Boston Gal diyor ki ihtiyarliyoruz! Bir önceki yazıyı da okuyun derim.

Trent yine güzel bir kitap özeti yayınlamış:Procrastination (Erteleme ya da kaytarma ya da mümkün olan en son dakikaya bırakma)

Tabii ki EkonomiTürk'e de gidip bakmayı unutmayın. Kaliteli Yazılar linki altında pek çok öğretici yazı var.

.
.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Reyting Uğruna

Okuyucularımdan Çağatay Bey "Özel Hayata Saygı mı?" başlıklı yazıma şöyle bir yorum bırakmış: "bu tarz haberlerin bu tür bloglarda reyting uğruna yayınlanması hakkındaki görüşlerinizi merak etmiyor değilim".

Bloguna göre değişir diye düşünüyorum. Bence her blogun farklı bir misyonu, blog sahiplerinin farklı amaçları var. Mesela benimkinde reklam falan yok, okuyucu sayısı artsın diye bir derdim de yok. Yazdıklarımın birçok kişi için ilgi çekici olmadığının farkındayım. Blogumu beğenen okuyor:)... Siyasi veya medyatik birinin özel hayatının dedikodusu beni hiç ilgilendirmiyor, o yüzden de yazmıyorum.

Bazı bloglar ise reklam gelirleri ve dolayısıyle daha geniş kitlelere ulaşabilmek için varlar. Popüler konuları yayınlamak okuyucu çekiyorsa, onlar da elbet bundan faydalanacaklar. Blogun amacı reyting artırmaksa, her yol mübah. (Ben demedim, Machiavelli demiş).

EkonomiTürk'ün stratejisi ise belli ki harcanan emeğin karşılığını almak. Bence haksız da değil zira orada yazılan yazılar benim yazdıklarım gibi herhangibir teknik bilgiye ya da araştırmaya dayanmayan yazılar değil. Yazarların belli ki ciddi emek sarf ettikleri, kafa patlattıkları yazılar. Hal böyle olunca, insanlar emek harcadıkları bir işin hem daha geniş kitlelere ulaşmasını hem de buradan elde edilecek geliri bir şekilde kullanabilmek istiyorlar. İnan Doğan'ın parayı cebine atmak peşinde olduğunu düşünmüyorum. Öyle olsaydı ekonomi yerine farklı bir konu seçebilirdi. Ekonomi, tasarruf, mali disiplin gibi konuları Google'amayan, onun yerine iki kişinin mahrem görüntülerini Google'layan birkaç bin kişi tesadüfen EkonomiTürk'e gidip, blogu görünce birkaç yazı okuyorsa, eh bu da bir kazançtır o kişiler adına.

Maalesef eğitim sistemimizin muhteşemliği insanları ezberciliğe yöneltiyor ve gerçekten öğrenme motivasyonu sağlamıyor. Ekonomi diplomasıyla gezen binlerce kişi resmen cahil. Birilerinin maşası olan köşe yazarlarının saçmalarını yerden yere vuran, eğitici yazılar ve yorumlar yayınlayan bir blogun sahibi ratingini artırmak istiyorsa ve seçtiği yöntem işe yarıyorsa, neden olmasın?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Neye İhtiyacım Yok?

Malum havalar güzelleşti, herkes kendini sokaklara attı. Birçok kişi gardrobunu gözden geçiriyor ve ihtiyaç tespiti yapıyor. Sonra da ver elini alışveriş!

Tutumlu biri olarak bu gardrop gözden geçirme işini yaparken kendinize "Neye ihtiyacım var?" diye sormak yerine "Neye ihtiyacım yok?" diye sormanızı öneriyorum. Zira gerçek ihtiyaçlarla, istekler çoğunlukla karışır. Gardrobunuzda 7 tane penye t-shirt varken, pembe bir penyeniz olmadığını görüp bunu ihtiyaç zannedebilirsiniz. Oysa esasında t-shirt'e ihtiyacınız yoktur.

Akıllı bir gardropta birbirine uyumlu renklerde üstler ve altlar olmalıdır ki, bunları pek çok değişik şekilde kombine edip giyebilesiniz. Eğer çalışıyorsanız hafta sonları için 2-3 pantolon ve 3-4 tane bluz ya da t-shirt ekseriyetle yeterlidir. Ben genellikle en sevdiğim ve içinde kendimi en rahat hissettiğim kıyafeti üniforma gibi giyer dururum. Diğer şeyler de dolapta öylece beklerler. Bu da israf demek elbette. Haydi bakalim gardrobunuzu gözden geçirin, giymeyeceklerinizi ayırın, giyeceklerinizi biraraya toplayın ve neye ihtiyacınız olmadığını bir güzel belirleyin. Büyük ihtimalle yaz indirimlerine kadar geçen senelerden kalanlarla idare edebilirsiniz;-)

İşte benim sonuçlarım:

- beyaz T-Shirt'e ihtiyacım yok
- spor pantolona ihtiyacım yok
- ayakkabıya ihtiyacım yok
- cekete ihtiyacım yok
- mayoya ihtiyacım yok
- plaj havlusuna ihtiyacım yok

Giyebileceğim üstler konusunda kararsızım ama yeni bir parça almadan indirimlere kadar idare edebilirim diye düşünüyorum.

14 Mayıs 2010 Cuma

Meyvenizi mıncıklatmayın!

Birçok markette içim kalkıyor, kiraz, kayısı, çilek, erik gibi meyvelerden alamıyorum. Bugün de öyle oldu. Ankara'da anneme yakın ufak bir market zincirinin mağazasına girdim. Girişte çilekleri ve kirazları mıncıklayanlardan tiksindiğim için meyve alamadım. Şöyle aklı başında laftan anlayan tipte bir görevli aradım ama gördüklerimin hepsi "Bezgin Bekir" ayarı çekilmiş tipler olduğundan boşuna nefes tüketmedim. Eve gelince anneme o marketten alışveriş yapmamasını, en azından mıncıklanma ihtimali olan yiyeceklerden almamasını tembih ettim.

Neden pisiz biz? Hani Elhamdilüllah Müslümandık? Hani temizlik imandan gelirdi?

Otomobil camından gofret kağıdı, mendil, sigara atan, yere tüküren, inşaat döküntüsünü ilk bulduğu yere döken, çöp torbalarının ağzını adam gibi bağlamayan ve çöpçüleri adam yerine koymayanlara YUH olsun yani! İnsanı zorla sinirlendiriyorlar.

Yine bugün bir alışveriş merkezinde birşeyler atıştırırken yan masadaki genç çift dikkatimizi çekti. Burger King'ten standart tepside efendi gibi hepsi paketlenmiş olarak aldıkları yiyecekleri tüm masaya döke saça nasıl yediklerine ve o kadar pisliği arkada nasıl gönül rahatlğıyla bıraktıklarına şaştık kaldık. Ben tepsinin dışına birşey düşürsem mutlaka alır, peçeteyle kirlettiğim yeri silerim. Sonuçta oraları temizleyen asgari ücretle çalıştırılan insanlar. Zaten yaptıkları işin çekilir yanı yok, niye iyicene zora sokalım ki?

Niye pisiz biz? NİYE? Anlamak mümkün değil.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Özel Hayata Saygı mı?

Bizim toplumumuzun en önemli hastalıklarından biri özel hayata meraktır. Paparazzi programlarından, dedikodu köşelerine, kahvehanelerde masum görünüşlü tavla oyunlarından, ev hanımlarının geleneksel "gün" toplantılarına, öğretmen odalarından, kahve molasındaki çalışanlara kadar her yerde "falanca ne yapmış, kim kiminle berabermiş vs." türü muhabbet döner.

Kimse kendi herzeleri açığa çıksın istemez ama başkalarınınkini bilmek ister. Ekonomi Türk blogu uzun zamandan beri yayında olan, içinde çok kaliteli yorum yazılarının yanısıra eğitici yazılar da barındıran bir blog olarak çekemediği okuru, son patlayan Deniz Baykal-Nesrin Baytok olayı sayesinde çekebilmiş. Yazıktır yahu! Görüntüler sahte mi değil mi bilmiyoruz. Kaldı ki Deniz Baykal ve Nesrin Baytok'un özel görüntülerini izlemeyi istemek nasıl bir merak ve haydi daha ileri gidelim, nasıl bir sapıklıktır? Başkalarının mahrem görüntülerine bu merak niye?

Anlayan varsa beri gelsin...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir gezinin ardından...

Uzun zamandır annemle Antakya'daki mozaik müzesini görmek istiyorduk. Geçen pazar kalktık gittik. İlk etaptaki gözlemlerim:

- Daha egzotik, mesela daha Arap etkisinde bir yer beklemiştim ama diğer şehirlerimizden hiç farkı yok. Hatta birçok Anadolu kentinden daha modern.
- Sanıyorum tabela Antakya'da çok pahalı. Şehirde pek az tabela vardı. Bazen bir istikamette göremediğiniz tabelayı aksi istikametten gelirken görebiliyorsunuz. Bu da biraz tuhaf tabii.
- Samandağ tarafında deniz müthiş ama kasaba felaket bakımsız durumda. Plajda kimsecikler yok. Doğru düzgün tesis ve yazlıklar da yok. Herşey çok bakımsız. O denize yazık oluyor.
- Antakya yemekleri gerçekten çok güzel.
- Turistik hediyelik eşya çok kısıtlı. St. Pierre kilisesine gitmesek, hiçbirşey bulamayacaktık. Oysa o mozaikleri örnek alıp, neler yapılabilir.
- Çok sayıda tursit geliyor ama Antakya'lılar bundan çok fayda sağlamıyorlar. Turizm konusunda vizyoner insanlara ihtiyaçları var.

Güzel bir gezi oldu. Giderken yolu bölmüştük, dönüşte doğrudan gelelim dedik ama haydi Yumurtalık, haydi Isos (onu da bulamadık zaten tabelacılar sağolsun) derken 10 saat kadar araba kullandım. Şu an bu yazıyı ayaklarım havada yazıyorum.

4 Mayıs 2010 Salı

Turkcell'den Vodafone'a geçen var mı?

1997'den beri Turkcell müşterisiyim. Vodafone'un faturalı hat tarifelerinden bazıları bana cazip geliyor. Numara taşıma işi de çıkınca denesem mi diye düşünmeye başladım.

Turkcell Faturalı hatlı olup da Vodafone'a gecen okuyucular varsa, fikirlerini almak isterim. Cep telefonunu sadece telefonla konusmak ve nadiren SMS atmak icin kullanıyorum. 3G ya da cepten internet ile hic ilgim yok.

Bekliyorum...

2 Mayıs 2010 Pazar

Digitürk Plus Üyeleri Salak mı?

Digitürk Plus üyeleri salak mı diye sormamın nedeni Digitürk Plus üyelerinin çok pahalı olduğunu düşündüğüm bir hizmeti almaları değil.

Bu hizmet çıktı çıkalı monoton bir şekilde Digitürk kanallarındaki herhangibir program başlamadan evvel " dın dın dın dınnn Digitürk Plus üyeleri bu diziyi kaydedebilir, daha sonra izleyebilir, vs. vs..." tarzı bir anons yayınlanıyor.

Ya kardeşim zaten bu zıkkımı satın alan bununla ne yapacağını biliyor, almayan da çoktan öğrendi. Aylardır aynı anons, aynı sinyal müziği sanki bir çeşit beyin yıkama taktiği... Ben dinlemekten bıktım, adamlar yayınlamaktan bıkmadılar.

Zaten bu Digitürk'ü de, TV'yi de hayatımdan hepten çıkartmak istiyorum. Resmen beyin zehiri...

22 Nisan 2010 Perşembe

Mutluluk! ve Hüzün birarada bir yazı...

Ekonomi Türk Kitabı dün elime geçti. Son 7 sayfada kendi yazdıklarımı görmek beni çok mutlu etti, keyiflendirdi. Mahlas kullandığıma üzüldüm doğrusu:)...

Kitabın geneli çok eğlenceli bir dille yazıldığından su gibi okunuyor. Keşke ekonomi okullarda böyle öğretilse... Örneklerle ve basit bir dille anlatılan herşey akılda çok daha kalıcı oluyor. Ders kitaplarını yazarken ciddi olmak şart mıdır?

Kitaptaki en önemli ders bence analiz yaparken doğru verilere bakmayı bilmek. Bugüne kadar önümüze konanları sorgulamadan kabullenmeyi alışkanlık edinmiş bir milletiz. Bu biraz da "Büyükler doğrusunu bilir" öğretisinin ezberci eğitim sistemi ile karmasından oluşan yetiştirilme biçimimizden kaynaklanıyor.

İnsanların klişeler içine sıkışıp kaldığını görmek çok üzücü. Özellikle de gençlerin. Kabukları kırmanın, sorgulamanın, öğrenmenin, güvenle ve cesaretle ortaya atılıp, doğru bilinen yanlışları düzeltmenin vakti ne zaman gelecek? Bizim jenerasyon apolitik, korkak ve ürkek geldi, öyle de gidiyor. Derdimiz hayatımızı kurtarmak; ötesine ilişmiyoruz, ilgi duymuyoruz. Aksi gibi bizim neslin yetiştirdikleri de doyumsuz, şımarık, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan, at yarışı gazileri...

Memleket iyiye gitmiyor, haberiniz olsun...

16 Nisan 2010 Cuma

Ekonomi Türk Kitabı Çıktı

Ekonomi Türk Editörü Dr. İnan Doğan'ın Ekonomi Türk: Ekonomide Hurafeler ve Gerçekler ismi kitabı çıktı.

Türkiye'de ekonomist geçinip de, klişe bir takım kavramları ısıtıp ısıtıp bizlere yutturmaya çalışanların ipliğini pazara çıkartan bu kitabı okumanızı öneririm. Artık gözümüzü açma ve bizi uyutmaya çabalayanlara dur deme zamanıdır.

15 Nisan 2010 Perşembe

Ekonomi Türk!

Türk Blog Sitesinin Uluslararası Büyük Başarısı

Müşteri İlişkileri Yönetimi konusunda 2 ders!

Dun aksam e-postalarıma bakarken kurye firmasından gelen ve bankam tarafından yenilenen kartımın adres değişikliği nedeniyle elime ulaşmadığına dair bir mesaj buldum.

Bugün ilk iş kurye firmasını aradım ve hangi adrese gönderildiklerini sorguladım. Firma yetkilisi uzun zaman önce ayrıldığım iş yerimin adresini söyledi. Bankamı arayıp, bankanın kendilerine yeni talimat geçmesini sağlamam gerektiğini ama bu arada kartımın kurye merkezine iade edilmiş olması nedeniyle, bir sonraki sefer kurye merkezini aramamı söylediler.

Bankamı aradım sesli mesaj servisi kredi kartı numaramı ve şifremi sordu, bilmiyorsam beni müşteri yetkilisine aktaracağını söyledi, ben de kartım hemen elimin altında olmadığı için bilmiyorum seçeneği vasıtasıyla bir görevliye ulaştım ve durumu anlattım. Kendisi bana kredi kartı numaramı ve şifremi yönlendireceği sesli mesaj adımından sonra girmem gerektiğini söyledi!!!!???? İyi de o zaman kart numaramı bilmeme seçeneği neden var? Neyse sonunda gereken adımları tamamlayınca, adres değişikliğini yaptılar. Eski adresin tamamen silinmesini istediğimde şubeye gitmem gerektiğini söylediler. Hoppala!!! Internet ya da telefon bankacılığı vasıtasıyla bunu neden yapamıyoruz anlayabilmiş değilim. Şube beni görecek de ne olacak?

Bir de kartın 5 iş günü içinde bana tekrar gönderilebileceğini söylediler. Problem şu ki, ben önümüzdeki hafta İstanbul dışındayım. Neyse ben de kurye şirketini arar yardım isterim dedim.

Kurye şirketinin merkezini aradım, durumu anlattım.Merkezdeki hanım onları yarın sabah tekrar aramamı söylemez mi? Yahu işte aramışım, durumu anlatmışım, niye bana bir daha eziyet ediyorsunuz ki? Hayret bir şey!

Bu telefon destek vs. sistemlerinin iş akışlarını yazanlar çeşitli senaryolara göre deneme falan yapmazlar mı? Ne iş anlamadım gitti.

13 Nisan 2010 Salı

Evlenmem Lazımmış!?

Masraflar tek tek gelmez. Bilgisayardan sonra kullandığım arabaya da 300 TL kaçmış, yarın verip rahatlayacağım. Neyse sağlık olsun. Uzun yola tek başına çıkma huyum olduğundan, arabanın güvenli olması daha mühim.

Oto Sanayii'ne (garantisi bitmiş otomobili servise götürmem, işinin ehli ustalara tamir ettiririm) arabayı bırakınca, eve dönmek için taksiye binmek gerekti. (Tutumlu biriyim ama bulunduğum noktadan toplu taşım yoluyla eve dönmek hemen hemen aynı paraya gelecekti).

Taksi şoförlerine çok saygı duyarım. Eziyetli bir iş yapıyorlar. Hele Istanbul trafiğinde her gün onlarca saat direksiyon sallamak zor zanaat.

Bugünkü şoför bey de sevimli biriydi. Trafikte aptal aptal araba kullanlara tatlı tatlı giydirirken, söz dönüp dolaşıp ehliyet alma konusuna gelince ben "bizim zamanımızda ehliyet sınavı ciddiydi, bayağı yazılı sınava sokarlardı, öyle hemen de vermezlerdi" gibilerinden birşey söyleyince adamcağız dikiz aynasından şöyle bir baktı ve "yaş kaç?" dedi. 43 olduğunu söyleyince o da 46 yaşında olduğunu söyledi. Öyleydi böyleydi derken çocuklarımın sayısını sordu, ben de bekar olduğumu hiç evlenmediğimi söyledim. Pek üzüldü! "Hayat yalnız geçer mi? Çocuklar ileride sana bakardı. Ama hala geç değil evlen mutlaka..." falan gibilerinden nasihat etti. Ben de güldüm, "artık bizden geçti" dedim. O esnada eve varmıştık. Tam inerken "İnşallah karşına uygun biri çıkar evlenirsin, bak beni dinle" dedi ve gitti.

Emeklilikte nasıl geçineceğiz diye kara kara düşüneceğime evlenip 2 hatta RTE'nin dediği gibi 3 çocuk yapmayı niye düşünememişim ki? Hah ha!

Yazı Tavsiyesi

Bugün Ekonomi Türk'te güzel bir yazı daha yayınlandı. Okumanızı öneririm. Başlığı Bilgisayar Mühendisleri ama temel olarak Hindistan'ın IT sektörü başarısını irdeliyor ve adamlar bu işi nasıl becermiş anlatıyor.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Masraf!

2003 model dizüstü bilgisayarım nihayet ruhunu teslim etti... Beklenmedik bir durum olmadığından can alıcı tüm verilerim yedeklenmiş durumdaydı.

Bu bilgisayara para ödememiştim, bir hediyeydi. Bugün gidip hayatımda ikinci defa kendime bilgisayar aldım. İlki 1997'de 1500 dolara alınmış bir Pentium 166 MMX pc idi.

Ne istediğimi bildiğimden yeni dizüstü bilgisayarı almam hiç zor olmadı. 5 modele baktım ve CREA'nın bir modelinde karar kıldım. Şimdi bilgisayar çılgınları neden Intel işlemci değil, neden daha büyük ekran değil, neden? neden? neden? diye sorabilirler.

1. Ben bilgisayarda Word, Excel, PP, AVG anti-virüs ve Adobe dışında bir uygulama kullanmıyorum. (Cihazla beraber Office 2007 Student and Home Edition aldım. Fiyatı çok uygun ve tüm ihtiyacımı karşılıyor).
2. Oyun oynamıyorum.
3. Hafif ve kolay taşınabilir bir cihaza ihtiyacım vardı.(1.8 Kg.)
4. Netbooklar DVD sürücüleri olmadığından ve de ekranları çok ufak olduğundan işime yaramıyordu.
5. Normalde 1000 TL'dan fazlasını harcamak istemiyordum, bu da o rakamı çok aşmadı.
6. Şu anda yeni bilgisayarımı kullanıyorum ve de klavyesine neredeyse alıştım bile.

Umarım sorunsuz bir üründür ve beni üzmez...

10 Nisan 2010 Cumartesi

Kütüphanemdeki Antika

Arada bir kütüphanemi elden geçirip, saklamayı düşünmediğim kitapları ayırıyor, bunları eşe dosta dağıtıyorum ya da arzu eden buyursun alsın diyerek kapımın önüne bırakıyorum.

Yine böyle bir elden geçirme operasyonu sırasında elime artık varolmayan Arthur Andersen tarafından yayınlanmış bir "Best Practices" kitabı geçti. Karıştırmaya başlayınca bu en iyi uygulamalar arasında yine artık varolmayan bazı şirketlerin sayılmasının yanısıra, kitabın yayınlanmasından sonra konkordato ilan eden şirketlerin ama en önemlisi Enron'un da sayıldığını görünce ister istemez güldüm. 10-15 sene içerisinde neler değişiyor?

Şimdi bu kitabı antika diye saklasam mı, yoksa kapının önüne bıraksam mı, onu düşünüyorum...

8 Nisan 2010 Perşembe

Bireysel Finans Projesi

Ekonomi Turk bir proje baslatıyor. Yazılmasi planlanan bir kitaba gercek hayat deneyimlerini aktaracak denekler bulmak uzere asagidaki yaziyi yayınlamışlar.

Bireysel Finans Projesi'ne Katılımcı Arıyoruz

30 Mart 2010 Salı

Alışverişkolizm

Dün birkaç gazetede birden başarılı yorumcu Aşkın Nur Yengi'nin alışveriş bağımlısı olduğu, harcamalarının aile bütçesini sarsmaya başlaması üzerine de profesyonel yardım almaya başladığına dair bir haber okudum. Öncelikle bir sorunu olduğunu fark edip, yardım almaya başlaması nedeniyle kendisini kutluyorum. Bu bile ciddi bir cesaret ve kabullenme gerektirir. En zoru bir sorunumuz olduğunu kabul etmektir.

Alışverişkolizm sadece parası olan kişilere has bir durum değil. Durmadan kılık kıyafete ve teknolojik ıvız zıvıra para harcayan, kredi kartı borçları gırtlaklarına kadar ulaşmış ve Devlet tarafından kurtarılmayı bekleyen "kredi kart mağdurları" da aynı hastalıktan muzdarip kişiler. Bunu kabullenmek yerine sızlanmayı, parasının yetmediğini anlatmayı seçenlerin uzun vadede daha beter sorunlarla karşılaşma ihtimalleri oldukça yüksek.

Kimin yeteri kadar parası var ki? "Yeteri kadar para" ne kadar paradır? Üst Düzey yönetici olup, oldukça iyi ücret alanların bile maddi durumundan şikayetçi olduklarına tanık oluyorum. Sonuçta geliriniz yükseldikçe, buna paralel olarak "ihtiyacınız" olduğunu düşündüğünüz şeyler de artıyor.

Elbette insanların insanca yaşayabilecek kadar para kazanmalarını ben de isterim. Çeşitli şanssızlıklar nedeniyle yoksul olanlara toplum olarak destek olmamız gerektiğine yürekten inanırım ama, kendini zor duruma düşürenlere de çok kızıyorum. Bakamayacağı halde bir düzine çocuk yapan, ufacık maaşını süslenmeye ya da her yıl cep telefonu değiştirmeye harcayan, bütçesini aştığı halde otomobil sahibi olmaya kalkışan, temel ihtiyaçların dışında ıvır zıvır satın alarak kredi kartı borcu yapanlara acımıyorum.

Çok çalışarak, tutumlu davranarak yoksulluğu yenmiş birçok insan var. İstanbul'da kapıcılık yaparak hayatını kazanan ama çok çalışarak, akıllı ve tutumlu davranarak apartman sahibi olan insanlar bile var. Ben çocukken karşı komşumuzun çocuklarına bakıp, evini temizleyen teyzenin 3 çocuğundan ikisi üniversite bitirdi ve meslek sahibi oldu.

Eğer geliriniz harcamalarınıza yetmiyorsa, önce oturup, fişlerinizi inceleyin ve paranız nereye gidiyor ona bir bakın. Aldığınız her şey gerçekten ihtiyaç mıydı? Onlar olmadan yaşamınızı sürdürmeniz imkansız mıydı? Yanıtınız evet ise, ya ikinci bir iş bulacaksınız ya da giderleri gelirlere uydurmanın bir yolunu. Kredi kartına yüklenerek çözüm üretemezsiniz.

25 Mart 2010 Perşembe

Ne Nedir?

Bir süredir Ekonomi Türk Blogunda yararlı bilgiler yer alıyor. Son zamanlarda yazamıyorum ama okuyorum. Sizin de işinize yarayabilir.

Eşitlik Nedir?

Pesimist Nedir?

Portföy Nedir? Portföy Yonetimi Nasıl Yapılır?

Blog Nedir?

Esneklik ve Elastikiyet Nedir?

5 Mart 2010 Cuma

Bütçeyi Delmeyen Bahar Neşesi

Kışın suratsız, güneşsiz günlerinden, koyu renkli kıyafetlerden bıkıp usandıysanız ve yaklaşan baharı karşılamak, bir nebze neşelenmek istiyorsanız gidip kendinize çuha çiçekleri alın. Bauhaus'ta üstü tomurcuk ve çiçek dolu her bir minik saksı 75 Kuruşa satılıyor. Eminim her yerde benzer fiyata hatta belki daha ucuza bunları bulmak mümkündür.

Rengarenk, neşeli çuha çiçekleri sizin de modunuzu değiştirmeye yarayabilir. Üstelik de bir sürü para saçmadan gayet tutumlu bir şekilde...

3 Mart 2010 Çarşamba

Okuyalım, Öğrenelim

Bu hafta tavsiye ettiklerim:

Ekonomi Türk'ten:

Warren Buffet'in Son Yorumları

Özel Üniversiteler

The Simple Dollar'dan:

When Parental Money Lessons Backfire

Tüketici Finansman Rehberi'nden:

"Uzun Vadeli Yatırım Düşünen Konut Alsın" diyenlere inanmalı mı?

Yazamıyorum ama bu ara okuyorum. Son bir haftada 3 roman bitirdim. Erich Segal'in The Class ve Doctors ile George Dawes Green'in The Juror isimli romanlarını okudum. Üçü de çok sürükleyici ve keyfli romanlardı. Elinize geçerse okumanızı öneririm.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Borsa'da Oynamak

Borsa'da oynanmaz, yatırım yapılır ama herkes oynamaktan hoşlanıyorsa, buyrun bakalım:

Borsa'da Nasıl Oynanır? En Sağlam Tüyolar Ekonomi Türk'ten taze taze

Bu arada Ekonomi Türk 2 bloguna üye olmak isteyebilirsiniz (ben oldum, bu ufak yatırımı kısa vadede çıkartabileceğimi tahmin ediyorum).

13 Şubat 2010 Cumartesi

Okuma Önerileri

Ben yazamıyorum diye sizler okuma zevkinden mahkum olmayın. İşte okumanızı önereceğim bazı yazılar:

Bono Nedir? Bond Nedir?

Reeskont Nedir? Bunu hep merak ederdim, nihayet öğrendim.

Our Towels Don't Match Our Curtains Trent Hamm iyi bir yazar ve iyi bir Bireysel Finansçı.

Escalating Costs of Living in a Wired World.


Contingency Plans


İyi bir hafta sonu dilerim.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Kadın Şoförler!

Otomobil kullanmayı 16 yaşımda öğrenmeye başladım. Rahmetli babam çok evhamlı bir tip olduğundan, içine sinene, şoförlüğüme güvenene kadar bana ehliyet aldırtmadı. Ehliyeti aldığımdan beri de neredeyse kesintisiz otomobil kullandım. Ya şirket aracı, ya kendi aracım, manuel ya da otomatik onlarca araç kullanma fırsatım oldu. Özellikle yurt dışında yaşadığım dönemde çeşit çeşit araç...

Kendi hatam olan bir kazam olmadı bugüne kadar çok şükür. MaşaAllah diyor, tahtaya da vuruyorum.

Bugün kalabalık bir kavşakta, arka tamponuma hafifçe vurulmasıyla irkilip, otomobilimi durdurdum. Arkadan dokunan hanım sinirli bir şekilde aracından indi ama sonra benim kendi sikletinden hayli yukarıda olduğumu görünce tavrını değiştirdi. Hem arkadan vurdu, hem de bana "Böyle kalabalık kavşaklarda arkanıza dikkat etmeniz lazım!" dedi mi, dedi. Pes diyorum. "Siz herhalde arkaya bakmaktan önünüzü göremiyorsunuz, nerede görülmüş araç kullanırken arkayı kollamak" dedim. Salak kadın ya!

Kadınların birçoğu şu araba kullanma işini adam gibi öğrenmeyerek, erkeklerin diline sakız oluyorlar. Otomobil kullanacaksan kadın da olsan, erkek de önce kuralları bileceksin, geçiş haklarını çiğnemeyeceksin, otomobilin yağını, suyunu kontrol etmeyi, lastik değiştirmeyi, cam suyu ilave etmeyi becereceksin, aracının önü nerede başlar, arkası nerede biter hissedeceksin, işte o kadar! Bu kadarını beceremeyeceksen, otomobil kullanmayacaksın!

5 Şubat 2010 Cuma

D&R'da küçük bir çocuk

Bugün D&R'da kitaplara bakarken, yaklaşık 8-9 yaşlarında küçük bir çocuk ve annesi de bir kutuda set halinde satılan bir çeşit oyuncağa bakıyorlardı. Ne çocuğa, ne de annesine dikkat ettim ama kulağıma şu sözler çalınınca çok hoşuma gitti: "Anne bence bunu değil öteki kutulu olanı alalım, öylesi daha tasarruflu oluyor".

Küçük bir çocuğun ağzından tasarruf kelimesini duymak çok güzeldi. İçimden "işte adam olacak çocuk!" dedim:)

3 Şubat 2010 Çarşamba

Sabah Gazetesinden Öneri!!!

Sabah Gazetesi'nde 12 Adımda Ekonomi Yapın başlıklı yazıya rastladım.

Bir haberi alıp tercüme etmişler ve yayınlamışlar. Çok merak ediyorum hesabımıza 500 TL'dan fazla para koyarak havale masrafı gibi bankacılık ücretlerini oradan nasıl karşılayacakmışız? Zaten bununla ne kastedildiği tam olarak anlaşılamıyor. İşlemlerden alınan ücretler kastediliyorsa bununla ilgili olarak her banka farklı uygulama yapıyor.

Sepet konusunu hiç anlamadım ne faydası var. Bizde ücretler çalışanlara aylık, emeklilere ise 3 aylık ödeniyor. Sözkonusu sepet önerisi haftalık ya da iki haftalık ücret alan Amerikalılara yönelik sanırım.

Çok sığ ve yüzeysel bir yazıyı resimlerle süsleyip koyuvermişler. Ben de başlığı görünce heyecanlanmıştım.

Bütçe vs. konusunda uzun uzun bir sürü yazı yazdım burada ve Ekonomi Türk'te ama tabii ne kadar okunduğumuz ortada. Bazen yazdığıma değiyor mu diye düşünmeye başladım. Bir süredir yazmak da gelmiyor içimden. Blog ömrünü tamamlıyor mudur nedir?

29 Ocak 2010 Cuma

Market Ürünleri

Bugün Boston Gal's Open Wallet isimli blogda "Consumers no longer find value in the brand" başlıklı bir yazıya rastladım.

Türkiye'de de bu tür ürünler son yıllarda oldukça yaygınlaştı. Marketin ismini taşıyan ya da kendi markasını verdiği ürünlere rastlamak mümkün. Bunlar ismini sık sık duymaya alıştığımız markalardan çok daha ehven fiyatlara satılıyorlar.

Ben bazı şeyleri denedim. Kiminden memnun kaldım, kiminden kalmadım. Genellikle kim üretmiş diye bakıp ona göre karar veriyorum ama özellikle kağıt ürünler hayal kırıklığı. Daha zayıf, ya da daha az ürün çıkıyor içlerinden. Buna mukabil bakliyat, bazı temizlik sıvıları, ton balığı ve zeytinyağı denemelerim başarılı oldu.

Okurlar bu ürünler için ne düşünüyorlar? Paylaşmak isteyen yorum bırakırsa sevinirim.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Ofis'te Adab-ı Muaşeret

Bugün tesadüfen Office Etiquette Essentials başlıklı yazıya rastladım. Fazla uğraşmadan çalışma arkadaşlarınızı uyuz etmek için yapabilecekleriniz arasında toplantılarda PDA kullanarak mesajlaşmak, kokulu yiyecekler tüketmek, koridorda ayaküstü toplantılar yapmak, yazışmalarda SMS dili kullanmak sayılmış.

Ben de bunlara birkaç ilave yapayım:

- Toplantılarda ne kadar zeki olduğunuzu kanıtlamak için gereksiz çıkış ve ukalalıklar yapmak,
- Toplantıları gündeminden saptırıp, sizin konuşmak istediğiniz konulara kaydırmak,
- İş saatlerine asla uymamak. (Geç çıkmanız, geç gelmenizi mazur göstermez),
- Çok çalıştığınızı kanıtlamak için mailleri abes saatlerde atmak,
- Ter kokmak, kişisel hijyene yeteri kadar itina etmemek...

Bu arada Gümüş Kurşun gerçekten de şanssız bir kitap. Bir önceki yazıdan bu yana en fazla 10 sayfa okuyabildim.

21 Ocak 2010 Perşembe

Gümüş Kurşun: Enron'un İnanılmaz Yükselişi ve Önlenemeyen Çöküşü

Kimi zaman bazı kitapları okumakta geç kalırım. Gümüş Kurşun da bunlardan biri. Ne zaman bu kitabı elime alsam bir şeyler oldu, bir kenara bıraktım, başka kitaplar okudum, bir türlü bitirmek mümkün olmadı.

Geçtiğimiz hafta kitaba yeniden başladım ve bu kez yarılamayı başardım. Okudukça da Enron'da yapılan hataların, dönen üçkağıdın, basiretsizliğin, yönetsel ve süreçsel zaafiyetlerin neredeyse tıpatıp aynılarını tabii ki daha küçük ölçeklerde iş hayatım boyunca gördüğümü fark ettim. Bundan sonraki birkaç yazıda kitaptan sözkonusu örnekleri verip, kendi karşılaştığım benzerlerini anlatacağım.

12 Ocak 2010 Salı

Yalancı Çoban

Yalancı Çoban'ın hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Ezop'un olduğu söylenen ama gerçek kaynağını tam bilemediğimiz bu çok öğretici çocuk masalından ders almayan Dünya Sağlık Örgütü WHO ve bizimkisi de dahil pek çok hükümet bu yıl da Domuz Gribi konusunda gereksiz bir panik yarattılar. Geçtiğimiz yıllarda SARS, sonra Kuş Gribi, şimdi de Domuz Gribi... Avrupa Parlamentosu Sağlık Komitesi'nden Wolfgang Wodarg ile yapılan bir röportaj pek çok yerde yayınlandı. Röportaj'da açıkça Dünya Sağlık Sağlık Örgütü'nün şeffaflığından duyulan şüphe, aşının iki doz uygulanması konusundaki öneriden kaynaklanan rahatsızlık ve ilaç firmalarının açgözlülüğünden bahsediliyor.

İnsanlar önlem olsun diye antibakteriyel jel ve sabunlara bir sürü para harcadı. Bunları üreten firmalar ciddi kar elde ettiler. Oysa H1N1 bir virüs yani, antibakteriyel ürünün buna bir etkisi olamaz. Birçok kişi de çocuğu grip olunca doktorlara koşuşturdu. Bilinçsiz bazı doktorlar ve uyanık bazı hastaneler grip hastalarına hemen domuz gribi yaftasını yapıştırıverdiler. Oysa her hastane ve her laboratuvar bu virüsü tespit edebilecek olanaklara sahip değilmiş. Bu da sonradan ortaya çıktı.

Hükümetleri Dünya Sağlık Örgütü'ne inandıkları için çok da fazla suçlayamıyorum ama bu örgütün çok sıkı biçimde denetlenmesini talep etmelerini bekliyorum.

Bizim başbakan aşı olmayacağını beyan ettiğinde ve de Sağlık Bakanı çocuklarını aşılatmadığında bu işten pis kokular almış ve grip aşısı olmayacağımı söylemiştim. Zaten ben her yıl yapılan normal grip aşılarını da olmuyorum. İnsan kendine iyi bakar, ellerini temiz tutar, havasız ve kalabalık ortamlardan kaçınırsa genellikle nezle ve grip olmuyor. Grip olunca da bol bol ılık sıvı tüketip, gerekirse ateş düşürücü kullanıp, dinlenerek bu hastalığı en fazla bir haftada atlatabiliyorsunuz.

Aceleyle üretilen bazı aşıların yan etkileri konusunda da ciddi suçlamalar gündeme gelmeye başladı. Önce cıva oranı dendi, şimdi de kanserojen unusrlardan bahsediliyor. Doğruluğu kanıtlanana kadar bilemeyeceğiz. Tabii kanıtların bize kadar ulaşması bir şekilde engellenmezse...

Bazı arkadaşlarım koşa koşa gidip çocuklarını aşılattılar. İnsanlar çocuk sahibi olunca sağduyularının ve soğukkanlılıklarının önemli bir bölümünü yitiriyorlar ve müthiş korumacı bir şekilde ve genellikle panikle davranmaya başlıyorlar. Şimdi bu ne idüğü belirsiz aşılarla aşılanan çocuklar sırf bu yüzden ileride sağlık sorunları yaşarlarsa bu aileler kendilerini nasıl hissedecek?

Bazen Ebola, HIV gibi birçok virüsün biyolojik silah olarak laboratuvarlarda üretildiğini, bunların bilinçli ya da bilinçsiz olarak insanlara bulaştırılmış olabileceğini, yahut da ilaç firmalarının bu tür virüsleri önce üretip, salgın yaratarak sonra da ilacını satarak zenginleşme çabası içerisinde olduğunu düşünürüm. Bunu söylediğim zaman çoğu insan beni fazlaca Komplo Teorisi okumakla suçluyor ama sanırım zaman beni haklı çıkartacak.

Bu arada laboratuvar ortamında üretilip, biyolojik silah olarak kullanılması öngörülen bir virüs ile ilgili olarak okuduğum en iyi Komplo Teorilerinden biri de Tom Clancy'nin Rainbow Six isimli kitabıdır. Türkçesi Epsilon Kitabevinden Gökkuşağı 6 ismiyle yayınlanmış. Bulursanız okumanızı öneririm. Eko-Teröristlerin dünyayı kurtarmak için giriştikleri çılgınca bir komplodan bahseden kitabı okuyunca aslında bu tür bir girişimi engellemenin ne kadar zor olduğunu ve bu işin iyi bir planlama ile pekala da yapılabileceğini fark ediyorsunuz.

Bir gün gerçekten önemli bir hastalık ortaya çıkacak ve bizler yıllardır gereksiz paniklere sevkedildiğimizden, tıpkı Yalancı Çoban hikayesinde olduğu gibi bu kez gerçek olan tehlikeye aldırış etmeyeceğiz. Esas problem bu...

8 Ocak 2010 Cuma

Emeklilik için tasarruf edip para biriktirmek neden önemli?

Bu konuda çok yazdım çizdim ama bıkmadan devam etmeyi düşünüyorum. Sınırlı sayıda okuyucum var ama en azından onlar da etraflarındaki eşlerine dostlarına bu konuları anlatıyorlardır diye umuyorum.

Türkiye'de çok çarpık bir emeklilik sistemi var. İnsanlar çok genç emekli olabiliyorlar. Yasal bazı düzenlemelerle kademeli olarak emekli yaşı yükseltildi ama hala anlamsız uygulamalar var. Ekonomi Türk bugün bu konuya değinmiş ve Emekli Zammı ve Emeksiz Emeklilik başlıklı bir yazı yazmış. Yazının sonunda da daha evvel yazdığım bir yazıya bağlantı vermiş. (Teşekkür ederim! Ayran içtik ama ayrı düşmedik anlaşılan:)

Emeklilik konusu da adeta din konusu kadar suistimale açık ve insanları duygusal tepkilere sevk edebilecek kadar hassas. "Mezarda Emeklilik" sloganıyla milyonlarca insanımız yıllarca oy kaygısıyla açıkça kandırıldı. Bunları söyleyince sanki "emekliler ölsün" diyormuşuz gibi geliyor ama kazın ayağı öyle değil. Elbette ben de memleketimdeki emeklilerin Amerikalı, Alman, Japon emekliler gibi turistik seyahatler yapabilecek, güzel evlerde oturup, güzel arabalar kullanabilecek olmasını istiyorum. Ama bu 20-25 hatta 30 sene çalışmakla bile elde edilebilir bir durum değil. Yakın bir Amerikalı dostumun eşi 68 yaşında emekli oldu ama bu kararı çok zor aldı zira annesi geçen yıl 101. yaşını kutladı. O kadar uzun yaşarsa tasarruflarının yetip yetmeyeceği konusunda ciddi tereddütler yaşadı. Bu söylediğim insan 18 yaşından itibaren düzenli olarak çalışmış, üniversiteyi bile çalışırken okumuş birisi. Adam 50 sene çalışmış ama 30 sene daha yaşama "riski" olduğunu düşünüyor!

İleride emeklilerin sayısı arttıkça, sistem daha da fazla yara alacak ve günün birinde Allah Korusun! bazı ülkelerde olduğu gibi insanlara belki de emekli maaşı ödeyemeyecek duruma geleceğiz. O nedenle B planımız olmalı. Belki gün gelecek birkaç emekli yaşlı insan ev arkadaşlığı yapacak, ellerine geçen parayı birleştirip, varlıklarını sürdürmeye çalışacak. Zamanında çalışıp mal mülk edinmiş olanlar elde ettikleri pasif gelirle yaşamayı sürdürebilecekler. LÜTFEN ama lütfen emekli olduğunuzda elinize geçecek emekli maaşı ile kıt kanaat de olsa geçinebileceğinizi düşünmeyin. Vitrindeki olağanüstü ayakkabıları, Plasma TV'yi, Blu-Ray oynatıcısını, havalı otomobili, müstakil evi almaya kalkışmayın. Cep telefonunuzu yenilemeyiverin. Bozulmayan bir şeyi değiştirmeyin. Emeğinize ve paranıza sahip çıkın. Yaşı genç olanlar için risk çok daha büyük ama onların hala kendileri için çözüm üretecek vakitleri var. Bu konuda yazılıp çizilenleri bıkmadan usanmadan okuyun, tartışın ve kendi çözümünüzü üretmeye bakın. Kendi stratejik planınızı yapın. Hiçbir şeyi tesadüflere ve akışına bırakmayın. Ne zaman evleneceğinizi, kaç çocuk yapacağınızı, ne zaman yapacağınızı hesaplayın.

Kara bir tablo çiziyorum diye bana kızmayın ve yapmanız gerekenleri ertelemeyin. Hayat o kadar kısa ve o kadar çabuk geçiyor ki, ne olduğunuzu anlamadan 40'ı deviriveriyorsunuz. Benden söylemesi!

7 Ocak 2010 Perşembe

Pratik Patates

Ne zamandır yemek tarifi vermediğimi fark ettim. Öğrenciler ve bekarlar için ideal, ucuz ve lezzetli bir tarif vereyim. Yalnız fırında pişiyor.

Malzemeler:

Patates (adam başı 2 orta boy patates, iştahlılar için 3 olsun:)
Tuz, karabiber
Biraz un
Zeytinyağı (başka bir sıvı yağ da olabilir)
Sarmısak
Yoğurt

Patatesleri soyup, yıkayın ve de kurulayın.
Yarım santimden kalın olmayacak şekilde dilimleyin.
Sonra bu dilimleri, una bulayın ve yağladığınız tepsiye tek sıra olarak dizin. Üstünden biraz daha sıvı yağ gezdirin, tuz/karabiber serpin ve 175 derece civarındaki fırına atın. 20-25 dakika fırında pişirin. Kıtır seviyorsanız biraz fazla da kızartabilirsiniz. Yağda kızartılmış patatesten daha sağlıklı ama yine de kilo problemi olanlar için pek uygun bir yiyecek değil.

Sarmısaklı yoğurt ile servis edin. Afiyet olsun!

5 Ocak 2010 Salı

Ekonomi Türk coştu benden söylemesi!

Ekonomi Türk yeni editörü ile son günlerde müthiş bir atılım içerisinde. Yiğit Bulut'un bugünkü yazısına cevaben çok güzel giydirmiş. İşte o yazi: Yiğit Bulut'un Herkesten Gizlediği Gerçek Nedir? Tavsiye ederim.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Sigara Parasına

Ben sigara içmem. İçene de kızarım zira sigaranın kokusunu çok dayanılmaz buluyorum. Kapalı mekanlarda sigara yasaklandığında sevinmiştim, şimdi de dışarıda oturmanın keyfi kaçtı diye düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl New York'ta parklar ve plajlarda da sigara yasağı konması gündeme gelmişti. Orada açık havada da her yerde sigara içilemiyor. İlginizi çektiyse şu yazıyı okuyabilirsiniz.

Sigara sağlığa çok çok zararlı ama öyle büyük bir endüstri ki kimse bunu yasaklamaya bu noktada cesaret edemez. İçmeseniz ama içilen ortamda bulunsanız dahi en az içen kadar zarar görüyorsunuz deniliyor. Bilimsel tarafını pek bilmiyorum. Zararlı olduğuna inanıyor ve kokusundan şiddetle nefret ediyorum.

Birkaç gündür sigaraya yapılan zamlarla ilgili haberler dikkatimi çekiyor. Bugün yayınlanan fiyatlara baktım. Anlaşılan bir paket sigaranın fiyatı 4-7,5 TL arası değişiyormuş. Küçümsenecek para değil. Bir kişi ortalama fiyatlı bir sigaradan günde yarım paket içiyor olsa ayda yaklaşık 85-90 TL arası bir parayı sigaraya veriyor demektir. Pekiyi bu sigara parasına neler yapılabilir? Aşağıda vereceğim örneklerdeki fiyatları rastgele bir marketin sitesinden aldım ve yuvarladım. Çok daha uygun fiyatlarla alışveriş yapılabileceğinden eminim.

85-90 TL ile,
44 Litre Pastörize Günlük Süt veya,
21 Kg. Tava Yoğurdu veya,
315 adet yumurta veya,
5 Kg. Kıyma veya,
15 adet bütün tavuk veya,
12 Kg. Alabalık veya,
25 Kg. Ispanak veya, 32 Kg. Kereviz veya,
60 Kg. Lahana veya,
45 Kg. Elma veya,
30 Kg. Muz alabilirsiniz.

Şimdi dar gelirli olup, günde yarım paket sigara içen bir kişinin ailesini nelerden mahrum ettiğine siz karar verin.

Sigaranın sebep olduğu hastalıklardan ve bunların tedavisinin pahalılığından söz etmiyorum bile...

Haliniz vaktiniz yerinde olsa bile gelin bu sene sigarayı bırakın, tasarruf ettiğiniz parayı zor durumdaki insanlara yardım yapmaya, hobilerinize, ya da sizi mutlu edecek başka bir şeyler yapmaya ayırın.

Okuyucular arasında bu sene hedefi sigara bırakmak olan kimse var mı? Varsa izleyecekleri stratejiyi ya da deneyimlerini buradan paylaşmak isterlerse bana mail atabilir ve bloga konuk yazar olabilirler.

3 Ocak 2010 Pazar

Aman dikkat!

Sözüm brüt ücret alanlara: Yıl sonuna doğru kuşa dönen ücretiniz yeni yıl başladığında size sanki artmış gibi gelebilir. Sakın ola buna güvenip, üstüne de indirimlerin cazibesine kapılıp kredi kartınıza yığınla taksit yapmayın. Benden uyarması! Unutmayın ki daha yeni yılın ilk günü zam yağmuruna tutulduk. Şimdiden bütçelerinizi gözden geçirip otomobil, emlak vergileri, yakıt gibi kalemlere gereken ayarlamaları yapmalısınız.

Brüt ücret alanlara tavsiyem bütçelerini yılın son ayında alacakları paraya göre yapmalarıdır. Bu sayede yılın başında tasarrufa daha fazla pay ayırabilir ya da yapmayı planladığınız büyük bir harcama için kenara para koyma şansı bulabilirsiniz.

1 Ocak 2010 Cuma

Tasarruflar... Devam!

Senenin ilk yazısı ve evet yine Tasarruflar, tasarruflara devam diyorum.
Geçenlerde Tasarruflar başlıklı bir yazı yazmıştım. Serdar isimli bir okuyucum şu yorumu bırakmış: "sevgili t'pol,

diyelim ki sizin gibi tasarruflarımızla bir ev sahibi olduk, üstüne acil durum fonumuzu biriktirip kenara koyduk, peki sonra, sırada ne var?

tasarruf etmeye devam edip, bu birikimler belli bir tutara ulaşınca bir ev satın alıp kira geliri mi elde etmek, yoksa birikimlerimizi para piyasalarında mı değerlendirmek daha akıllıca?

Bir de merak ettiğim siz kendiniz için belli bir yaşam süresi belirlediniz mi? yani misal 55 yaşında emekli olurum, 80'e kadar yaşarım, 25 senelik emeklilik için şu kadarlık bir birikime ihtiyacım var trazı bir plan yaptınız mı"

Sırayla yanıtlayayım.

1. Eviniz var, acil durum fonunuz da oluştu. Öncelikle bravo muhteşemsiniz, tebrikler! Sırada mali disiplini elden bırakmadan tasarruf etmeye devam etmek var.
2. Ben bir kişinin toplam tasarruflarının gayrimenkul, mevduat, borsa, tahvil/bono, BES'den oluşmasını öneriyorum. Yani tüm paranızı aynı yatırım tipinde tutmamalısınız. Gayrimenkul alırken ev yerine dükkan almayı düşünebilirsiniz. Gelir vergisi avantajı var. Bunu daha sonra detaylı olarak yazarım.
3. Kendim için yaşam süresi tahmini yapmaya çalıştım. Bunu yaparken de şu iki web sitesini kullandım: The Living To 100 Life Expectancy Calculator ve MSN Life Expectancy Calculator. Bunlardan birinde 82, diğerinde ise 87 yaşına kadar yaşama ihtimalim olduğu ortaya çıkıyor. Kendi hesabımı yaparken 90 yaşı üst sınır olarak belirledim. Eskaza bu yaşı geçecek olursam diye "B Planım" şu: 80 yaşından sonra gayrimenkullerimi bir vakfa bağışlamak, karşılığında da bakıma muhtaç duruma düşersem ömür boyu bakılma taahhüdü almak. Bunu yapan ve bakım evi hizmeti veren vakıflar var. Çocuklarım olmadığı için zaten malımı bağışlamam iyi bir hareket olur.
4. Esasında çalışabileceğim bir işim olduğu takdirde 60 yaşına kadar çalışmak istiyorum. Yani beni 30 yıllık bir emekli hayatı bekliyor olabilir. SGK'dan alacağım emekli maaşı 1600 TL. Bunu Ali Tezel'e hesaplattığım için rakam bugün için doğru. SGK iyice iflas eder de bu emeklilik maaşı ödenemez hale gelirse kötü tabii. Tahminimce bugünün koşullarında ayda harcayacak 2500-3000 TL param olursa rahat ve maddi sıkıntısız bir emekli hayatım olur. Çabalarım bunu sağlayacak maddi ortamı yaratmak yönünde.

Parayı para piyasalarında değerlendirmekten kasıt VOB, Forex falansa aman derim. Bunlara bulaşılmasını tavsiye etmem. IMKB 30 hisselerine ufak ufak yatırım yapın, borsa çıksa da düşse de umursamayın. Hedef uzun vade!

Daha evvel Ekonomi Türk'te yayınladığım şu yazımı okumanızı öneriyorum.