31 Aralık 2011 Cumartesi

MUTLU YILLAR!

Bugün garip başladı. Bir cenazeye katıldım. İş arkadaşımızın yaşlı annesi. Allah rahmet eylesin.

Şimdi aile muhabbetindeyiz. Çok şükür herkesin keyfi yerinde. Hayat garip...

2012'nin 2011'i aratmaması ve çok daha iyi bir yıl olmasını umut ediyorum. Sağlık, başarı, bolluk, bereket ve benim için bir de İstanbul olsun.

Herkese MUTLU YILLAR!

29 Aralık 2011 Perşembe

Keyif olmayınca yazı da olmuyor

Bir süredir yine yazmıyorum. Yazamıyorum demek daha doğru galiba. Çok şükür hayatın sağlık, aile ve arkadaşlar bölümleri iyi durumda ama işimle ilgili olarak ciddi sorun yaşıyorum.

İçimdeki çatışan seslerden biri "Bas istifayı, dön İstanbul'a diyor", diğeri "dur sakin ol. Elbette İstanbul'a dönersin ama şu Haziran ayını bekle, emeklilik hakkını al öyle git" diyor. Bir üçüncü ses de "Haziran bile erken. Maddi açıdan kafanın dinç olması için en az bir hatta bir buçuk yıl daha kır kı..nı otur yerinde" diyor.O esnada dördüncü ses "En fazla ne olabilir ki, Ankara'da aldığın evi satarsın olur biter, ucunda ölüm yok ya" diye karışıyor diğerlerine. İnsanın kafasında bu kadar çok ses olur mu demeyin, valla var.

İnsanın sabah kalkıp işe giderken ayaklarının geri geri gitmesi, her gün "aman şu günü de atlatayım hele bir" demesi son derece can sıkıcı bir durum. Maalesef 2006'dan beri iş hayatım beni tatmin etmiyor. Şu son yılda da iyiye gitmesi gereken her şey kötüye gidiyor. Bunun kaynağı esasında 1-2 kişi. Normalde insanlar belli bir yaşa gelmişlerse sorunlarını oturup, konuşup medeni bir şekilde çözebilmeliler. Bu olmuyorsa üst yöneticinin bir şeyler yapması gerekir. Ve fakat bizimki bunu yapmıyor.

Her toplantı mı birbirini suçlamakla, birilerin saldırıya, diğerinin savunmaya geçmesiyle geçip, sonuçsuz biter? Avuç içi kadar şirkette dönenler saray entrikalarını aratmıyor.

Bugüne kadar defalarca fevri davranıp, sonra da ceremesini çektiğim için bu kez daha temkinli olmaya niyetliydim ama bakalım sabrın sonu nerede?

31 Ekim 2011 Pazartesi

Yorgunluk

Rahmetli anneannem "yorgunluğun adını gezme koymuşlar" derdi, gülerdik. İş seyahati vesilesiyle geçen hafta Kıbrıs'a gittim, oradan da hafta sonu için İstanbul'a geçtim. Bugün akşam 22:30 gibi evime geldim ve anneanneme hak verdim.

Bu seyahate 10 gün kadar süren bir soğuk algınlığı/grip/nezle (hangisi hala anlamış değilim) de eşlik edince boş zamanlarımın tümünü yatakta geçirdim diyebilirim.

Yaşlanmak kötü şey...

28 Ekim 2011 Cuma

Ericsson Telefonlar... Bir devrin sonu daha...

Bugüne kadar kendi paramla aldığım 3 cep telefonum oldu. Diğer telefonlar çalıştığım şirketler tarafından verilen farklı markalar ama ben hep Ericsson kullanıcısı oldum. Ne zaman telefon almam gerekse, ne kadar araştırıp, incelersem inceleyeyim, elim hep Ericsson'a gitti. İşte para verip aldığım telefonlar:

GH 388

W550i

W995


Halihazırda W995 kullanıyorum ve ona bundan sonra gözüm gibi bakacağım. Artık Ericsson markasının cep telefonu piyasasında bir adı olmayacak. SONY, SONY-Ericsson'u satın aldı. Tekonoloji dünyasında bir devir daha kapandı.

25 Ekim 2011 Salı

Deprem

Deprem Sigortası
Konut Sigortası
Yönetmeliklere uygun yapılmış binalar
Tehlike arz eden binaların yıkılması
.
.
.
Bugünlerde her "uzman" bunlardan bahsediyor ama Gölcük depreminden bu tarafa değişen bir şey yok. Gidin Avcılar'a bakın. Kaç bina tahliye edilmiş, yıkılmış ve yerine yenisi yapılmış. Muhtemelen hiç. Neden insanımız bu derece kaderci? Neden canımız bu kadar ucuz? Kanun koyucu koyduğu kanunu neden uygulatamıyor?

Kamu İhale Kanunu diye beşyüz kere elden geçirilip her seferinde ucubeleştirilmiş bir kanun var. Güya üçkağıt önlenecek, ihaleler şeffaf olacak, kaliteli hizmet alınması güvence altında olacak. Hadi canım sizde! O kanunu merak edip de bir okuyun. Muhakkak ilk okuduğunuzda " e ne var işte olmuş gayet güzel her kural konulmuş" diye düşüneceksiniz amma kötü niyetin olduğu hiçbir yerde kurallar delinemez değildir. Zaten millet olarak kurallara karşı çıkmayı, eğip bükmeyi erkeklik sayarız. Emniyet kemerini arkamızdan bağlar, trafik kurallarını çiğner, kaza geçirince "kader" deriz. İşin arkasındaki iki eşek kulağını unuturuz.

Yıkılan bir sürü okul, yurt, hastane, devlet dairesi var. O kanuna rağmen bunlar nasıl olabilmiş? Hangi üçkağıtçı müteahhit hangi makamı uyutmuş yahut kendine uydurmuş? Bunların yanıtını kim verecek? Ölen öğretmenleri kim yerine koyacak? Memlekete baksanız "Herkes Elhamdilüllah Müslüman!" İnşaat malzemesinden çalmak, devletin memuruna rüşvet vererek işi şişirmek, rüşvet alarak vergi vereni salak yerine koymak, binlerce insanın değişik bölgelerde ve zamanlarda canına mal olacak düzenbazlıkları yapmak hangi Müslümanın hangi vicdanına sığıyor? Bunlar kimi kandırıyor? İçinde gerçek Allah korkusu olan hiç kimse bunları yapamaz, yapamamalı.

Din konusunda yazmam zira bunun kişisel ve içselleştirilmiş bir şey olması gerektiğine, kimsenin kendi inancını başkasına dayatmaya hakkı olmadığına inanırım ama el insaf yahu! memleket olarak sahip olduğumuz büyük potansiyeli öylesine hoyratça ve salakça harcıyoruz ki isyan edesim geldi.

"Önce insan!" demeden hiç bir b.k olamayız, işte o kadar.

23 Ekim 2011 Pazar

Kötü yıl bitse...


Önce şehitlerimize ağladık ve ağlamaya devam ediyoruz, şimdi de depremde hayatını, yakınlarını kaybedenlere ağlıyoruz...

Şu kötü yıl bir bitse...

13 Ekim 2011 Perşembe

Kombili Ev

Bugüne kadar hiç kombili evde oturmamıştım. İstanbul'daki evim merkezi sistem. Bu yıl ilk kez kombi ile ısınacağım. Aklımda bin türlü soru var.

Kombiye zamanlayıcı taktırıp, sabah kalkmadan yarım saat evvel çalışmasını, sonra ben evden çıkarken kapanıp, akşam ben eve gelmeden çalışmaya başlamasını ve ben yatarken tekrar kapanmasını programlamak mı daha doğru yoksa mesela 40 derecede sürekli çalıştırmak mı? Acaba Termostat mı taktırmalı? Hangisi daha ekonomik, hangisi daha konforlu?

Bu hafta sonu İstanbul'dayım ama dönünce servis çağırıp, kombiyi kontrol ettireceğim, ondan sonra da herhalde artık kullanmaya başlamak gerekecek. Bugün bile evin soğuğu biraz kırılsa iyi olurdu. Ama kombiyi kontrol ettirmeden çalıştırmak istemiyorum. Evi aldığımdan beri sadece sıcak su için kullandım.

Bu arada Amerikalı arkadaşlarımın kocaman evlerini çok ısıtmak yerine, minimal ısıtarak, konforu evde giyimli dolaşarak ve yatmadan evvel yatağı elektrikli battaniye ile ısıtarak sağladıklarını hatırladım. Kalın eşofman ve polarla, üzerimize örtüler çekerek ve sıcak kakao eşliğinde uzun sohbetler yaptığımızı, sonra da buz gibi odada elektrikli battaniye ile ısıtılmış sıcacık yatağa girmenin keyfini hatırladım.

Merak ediyorum; bu kış ne kadar doğalgaz parası vereceğim? Evi aldığımda 500 TL'lik doğalgaz almıştım. Sıcak su için çok az gidiyor. İstanbul'daki evde yakıt parası için geçen yıl 1000 TL civarı ödeme yapmıştım. Bakalım Ankara ve kombi bütçemde ne iz bırakacak?

Kombi kullanımı için tavsiyesi olan var mı?

6 Ekim 2011 Perşembe

21. Yüzyıl'ın en büyük kayıplarından biri: Steve Jobs



Picture is taken from www.apple.com

3 Ekim 2011 Pazartesi

Ertele ertele nereye kadar?

Size de oluyor mu bilmiyorum ama bende bir erteleme hastalığı var. Sonucu net, belli ve benim yararlanacağım bir şey olacak bazı işler nedense elime yapışıyor. Bir türlü başlayamıyorum. Oysa başlasam, çorap söküğü gibi kolayca bitirip rahatlayacağım.

Bu aralar da önümde yapmam gereken bir şey var. Tamamen bana fayda sağlayacak, benim yararıma olacak bir faaliyet diyelim. İşle ilgili değil. Her sabah bu akşam eve gelince başına oturacağım ve bir saatin içinde bunu artık halledeceğim diyorum. Sonra? Sonra oooooo, evde ya bir sürü iş oluyor, ya da ben eve geç gidiyorum, masa dağınık olabiliyor, içimden başına geçmek gelmiyor, önce biraz kitap okumayı veya Internetle haşır neşir olmayı isteyebiliyorum, karnım ağrıyor, uykum geliyor, vs. vs. vs. Yani velhasıl bir türlü aklımı başıma toplayıp, yapmam gerektiğinden %100 emin olduğum işe elim gitmiyor. “Procrastination” denen şey bu. Belli ölçüde herkeste var olan bir durummuş ama fazlası insanı depresyona sokabilir, sosyal yaşamdaki yerini kaybetmesine yol açabilirmiş.

Normalde insanın bir iş listesi yapması ve öncelikler belirlemesi gerekiyor. Önceliği yüksek olan işler de adı üstünde her şeyden evvel yapılması gereken işler. Mantıklı olan bu. E zaten ben de mantıklı olanı biliyorum ama neden mantıksız davranıyorum? Bunu anlayabilmiş değilim. Üstelik mahlas olarak kendine T’Pol ismini seçen birinin mantıklı davranması gerekir.

Pekala bu kadar içimi dökmek yeterli. Hemen şimdi dönüp, yapmayı ertelediğim şu faaliyeti yerine getireceğim. Mutfağı sonra toplarım, Internete sonra bakarım, çamaşırlar yarına kalabilir. Haydi bakalım!

25 Eylül 2011 Pazar

İsraf!

Bazen kapıyı çekersiniz ve sonra "acaba ütüyü fişte mi unutmuştum?" der tekrar bakma ihtiyacı duyarsınız. Bazen böyle bir endişe nedeniyle yarım saat yoldan bile dönersiniz.

Geçenlerde aceleyle evden çıkmak zorunda kaldım ve tam şehirlerarası otobüs yolculuğunun ilk 45 dakikası geride kaldığında birden "tost makinesinin fişini çekmiş miydim?" dedim. Otobüsü durdurup kendimi otoyola atamayacağım için mantıklı olan ikinci şeyi yaptım ve apartman yönetiminde dairemin elektriğini kesmelerini istedim.

Anahtarlarımı kargo ile bir arkadaşıma yollayıp evimi kontrol ettirebildiğimde buzluktaki yiyecekler çoktan çözülmüştü. Bu hafta yeniden İstanbul'a gittim ve buzdolabımdaki yiyecekleri attım. bahaneyle buzdolabını pırıl pırıl temizledim ama o kadar yiyecek de israf oldu.

Bu hafta dersimi aldım ve erken hazırlandım. Çıkmadan evvel tüm fişleri çektim, tüm pencereleri kontrol etti, ocağa baktım ve rahatça evden ayrıldım.

Ha bu arada tost makinesinin fişini de çekmişim ve boşuna endişe etmişim:(

13 Eylül 2011 Salı

Karmaşa

Genelde karmaşa beni rahatsız eder. Masamın üstü dağınık olduğunda sıkıntı duyarım ama masamı dağıtmayacak formülü de henüz bulamadım. Bazı insanlar nereden görüp, öğrendilerse her şeylerini mum gibi temiz ve düzgün dosyalayabiliyor, kategorize edebiliyorlar. O insanlara çok imrenirim.

Bir sürü blog takip ediyorum. Birkaç yerde rastladığım bir grup çözümden türettiğim hibrit bir çözümü denemeye karar verdim. Sadece 20 dk ayırıp, belli bir alana odaklanıyorum. O sürede ne kadar toparlarsam kar. Çoğu zaman 20 dakikada bayağı bir mesafe kat etmiş oluyorsunuz. Toplanması gereken bir iki şey kalmışsa zaten onları da halletmek için motive oluyorsunuz. Oysa tüm eve bakınca birdenbire iş çok büyük ve aşılması imkansız bir dağa benziyor. O zaman da işi hepten sallayabiliyorsunuz.

Şimdilerde bu yeni eve kadın almadığım için en nefret ettiğim iş olan ütü de bana kaldı. Yirmi yıl evvel ABD’de yaşarken de evimin işini kendim yapıyordum. Bu ütü işi o kadar nefret değildi diye hatırlıyorum. Düşüne düşüne buldum. Ben annem gibi tüm çamaşırları toplayıp, sepete doldurup sonra da dağ gibi bir ütü işine girişmiyordum. Onun yerine ertesi gün neyi giymeyi tasarlıyorsam onu elime alıyordum. Ha bu arada belki bir iki de fazladan eşya ütülemek içimden gelebiliyordu. Bu annem gibi kadınlar için anlaşılamaz bir durum. O tipler için iş her şeyden önemlidir. Bitirilir ve kaldırılır. İşte o kadar!

Karmaşayı önlemenin bir yolu da az eşya ile yaşamak. Malum bu ev benim ikincil konutum. Esas evim İstanbul’da. Ankara’daki evde az eşya var. Yatak odasında sadece bir şifonyer, bir komodin ve bir yatak, salonda sadece 2 kanepe ve mutfakta da elzem bazı mutfak eşyaları, bir masa, iki sandalye, iki de tabure var. Odalarımdan biri tamamen boş. Ütü masası ve çamaşırlık orada sürekli açık durabiliyor. Eh bu evi derli toplu tutmak da kolay. Çünkü tozu alınacak, silip süpürülecek çok az şey var.
Oysa Istanbul’daki ev karmaşadan kurtulmuyor. İncik, boncuk, hatıra eşyalar, vazolar, biblolar yani temelde pek de gerekli olmayan ama duygusal kıymeti olan döküntü dolu. Evin bakıma ve tadilata ihtiyacı var ama doğrusu o kadar tıklım tepiş eşya doluyken gözümü karatıp, tadilat işine girişmem olası değil. En azından ben Ankara’da çalışırken bu imkansız. Demek ki ev bir müddet daha festival formatında kalacak…

12 Eylül 2011 Pazartesi

Nakit mi sıfır borç mu?

Yaklaşık bir aydır bilgisayar ve internet sorunları ile boğuştuktan sonra yine geldim işte!

Malumunuz bu yılın ilk çeyreğinde ikinci bir eve yatırım yaptım ve blogun başlığının altındaki çizelgeden de göreceğiniz üzere şu an itibariyle bir miktarı ödenmiş banka borcu sahibi oldum.

Bu banka borcu 3 parçalı ve mortgage değil. Maalesef ülkemizde bildiğim kadarıyla erken ödendiğinde cezası bulunmayan bir mortgage türü yok. Yani borcunu erken kapayanlardan %2 oranında ceza alınıyor. Vatandaşın borçlu kalması herkesin işine mi geliyor ne?

Bu nedenle borca girmem gerektiğinde öncelikle sırf tüketici kredisi ile bunu başarabilir miyim diye baktım. Evet tüketici kredisi mortgage'dan normalde yüksek ama ben bankacı olan kardeşlerimin yardımıyla avantajlı bazı kampanyalar buldum. Borcumun %37,5'luk kısmı %11,52, %37,5'luk kısmı % 11,03, kalan %25'i ise % 12,60 faiz içeriyor.

Şu anda değil ama 6-8 ay sonra elimde birikecek para ile bu borçlardan yüksek faizli olanı tamamen kapatabilirim. Hatta BES ödemelerimi kısarak, diğer parçalardan birini de kısmi olarak ödeyebilirim. Ancak bu son derece küçük bir Acil Durum Fonu ve sıfır HÖDÖ parası demek. Yani hayli rahatsızlık verici.

Elimde bir miktar nakitle borçlu olmak mı yoksa elimde hiçe yakın nakitle az borçlu olmak mı daha az rahatsızlık verici bunu değerlendirmem lazımdı. Mevcut Tüketici kredi faizlerine bakmak da tam bu arada aklıma geldi. Birkaç bankanın web sitesine baktığımda 36 aylık faiz oranlarının %18'ler civarında olduğunu görünce kararımı verdim. Her durumda elimde az da olsa nakit paranın olması iyi bir şey. Zamanla bu para biriktikçe ve borcum da ödene ödene azaldıkça, elimdeki nakit kalan borcu kapatır noktaya geldiğinde daha da rahatlayacağım. Yani şimdilik borcu yavaş yavaş ödemeye devam! Bu arada mortgage faizleri de zaten benim tüketici kredisi faizlerine erişmiş durumda. Yani doğru bir zamanda doğru bir iş yapmışım. Belli bir süre sonra elimde tatmin edici bir miktar nakit kalacak şekilde yine de borçları kapamaya karar verebilirim ama kısa vadede olmayacağı kesin.

Yine de 2014'ün mayıs ayını iple çekiyorum desem yalan olmaz. Bu borç denen şeyden nefret ediyorum. Üstelik taksitlerim (beyaz eşya vs.) de var. Önümüzdeki 4 aydan sonra taksit yüküm hayli azalacak. Ocak ayı umuyorum ki iyi bir ay olacak.

Sigorta Şirketleri ile Dans - 3. Bölüm

Bu yazı dizisinin ilk kısmında bahsettiğim sigorta şirketi gıcırtı çıkartmadan efendi efendi sözleşmemi iptal etti, paramı da iade etti.

Şirketin bağlı olduğu sigorta şirketi ise kalp damar hastalıkları konusunda haklılığımı kabul etti ama sinüzit ve vertigo konularını hala inceliyor. Bakalım son kararları ne olacak?

Uzun zamandır bilgisayar sorunu yaşıyordum, yeni çözüldü. Daha sık yazacağım artık.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Bağlantısız 9 gün

Cep telefonuma bakmadan, internete girmeden 9 gün geçirdim. Muhteşemdi.

Gerçeğe dönüş zamanı...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Sigorta Şirketleri ile Dans - 2. Bölüm

Bir Özel Sağlık Sigortası hikayem de mevcut şirketimin primlerini ödeyerek bana sunduğu bir hizmet ile ilgili. Bu sağlık sigortasına başvuru formunu doldururken, istisnaya tabi hastalıklarımı dürüstçe yazdım ve sigorta başladı. Tek sorun kalp-damar hastalıkları konusunu istisna kabul etmeleriydi. Hipertansiyon hastası olmam nedeniyle kalp-damar hastalıklarının tamamını istisna kapsamına alıyorlar ancak bu doğru değil. Zaten bunu doktorlarla da konuştum ve onlar da benimle aynı kanaatte. Neyse o dönemlerde nasılsa diğer sigorta şirketi bunu istisna kabul etmiyor diye çok da üzerinde durmadım.

Bu yıl yenileme zamanı yeni bir poliçe göndermişler. Vertigo ve Sinüzit kapsam dışı! Hoppalaaaaa! Vertigom var tamam ama bu teşhis edildiğinde ömür boyu yenileme garantim vardı ve sigortalılığım hiç kesintiye uğramamıştı. Kaldı ki önemli bir sorun da değil. Pekiyi Sinüzit nereden çıktı? Düşündüm, düşündüm ve nihayet 2008 ya da 2009’da sinüzit şüphesiyle bir tomografi istendiğini ama sinüzitim olmadığının görüldüğünü hatırladım. Bana hiçbir zaman sinüzit teşhisi konmadı ki… Yapılan tetkik belki de gereksizdi ama doktor bir tetkik isteyince hayır denmiyor işte... Sinüzit ile yakından uzaktan ilgim yok yani ama bu şahane(!) sigorta şirketi herhalde geleceği önceden görüp, tedbirini aldı. Bir nevi “Minority Report” herhalde.

Hemen bir dilekçe yazdım, durumu izah ettim ve hazır elim değmişken Mart ayında yaptırdığım ve kalp hastası olmadığımı belgeleyen tetkik ve doktor raporlarını da dilekçe ekine koydum. 30 gün içinde geri dönüş olmadığı takdirde yasal yollardan hakkımı aramaya niyetli olduğumu da belirttim ve gönderdim. Kibar bir geri dönüş yaptılar ve kalp hastalıkları konusunda muafiyeti kaldırdılar ama sinüzit ve vertigo aynen duruyor.

Gerekçelerini okurken fark ettim ki belli bir dönemde hizmet aldığım sigorta şirketi hakkında yanılgı içindeler. Ben de tekrar bir dilekçe yazdım, kayıtlarını kontrol etmelerini istedim. Bakalım ne çıkacak?

18 Ağustos 2011 Perşembe

Sigorta Şirketleri ile Dans - 1. Bölüm

Muhtemelen memlekette sigorta konusunda çok hassas olan az sayıda vatandaştan biriyimdir. DASK, konut sigortası, aracı trafiğe çıkartmadan KASKO yaptırmak gibi huylarım vardır. Özel sektörde çalıştığım için de yıllar boyunca hep özel sağlık sigortam oldu. Yıllar önce ömür boyu yenileme hakkı elde ettiğim için çalışmadığım dönemde de bu sigortayı devam ettirmek istedim. Fakat bir önceki uyuz sigorta şirketi haksız yere bir istisna uyguluyordu. Uzun araştırmalardan sonra karar kıldığım yeni şirkete bu durumu anlattım onlar da bana belli bir testi geçersem sözkonusu istisnayı kaldıracaklarını söyledi. Testi geçtim, istisna kalktı, ben de onlarla anlaştım. Zaten istisnaya konu olan hastalıkla bir alakam olmadığından 2007’den 2011’e kadar geldik.

Bu sene basit bir şikayetle doktora gittiğimde bir nevi tam kontrol olsun diye birkaç pahalı test istedi. O da ne? Meğerse istisnam varmış! Gerçi poliçeme bunu yazmamışlardı ama anlaşılan sinsi bir şekilde bunu kayıtta tutup, ilk gereken zamanda beni yarı yolda bırakmışlar. Sigorta şirketi bu masrafları ödemedi. Doktorumla konuştum ve bana bir rapor verdi. Testlerin temiz çıktığını kalp-damar hastası olmadığımı belgeledi. Ben de tüm test sonuçlarını ve doktor raporunu sigorta şlrketine yolladım. Buna mukabil bana istisna uygulamaya devam edeceklerini bildirdiler. Bu durumda ben de söz konusu sigortamı iptal ediyorum. Zaten aynı istisnayı uygulayan ve şirketim tarafından finanse edilen başka bir şirketten hizmet alıyorum. Kalp-damar tetkiklerini her yıl cebimden ödeyerek yaptırsam, sigortaya kendi ödediğim prim kadar tutmaz. Kaldı ki SGK anlaşmalı doktorlardan özel hastanelerde hizmet alabilirim . O halde ne diye devam edeyim ki?
Sigorta şirketlerinin bütün oyun planı hasar ödememek, tüketiciyi bıktırmak, “lanet olsun” dedirtmek üzerine kurulu sanırım. Hal böyleyken hiç ağlayıp, vatandaşta sigorta bilinci olmadığından bahsetmesinler. Esas sigorta bilinci olan vatandaş enayi yerine konuluyor!

Sigortanın iptal edilmesi için dilekçe yollamadan evvel müşteri hizmetlerine yazılı olarak başvurarak, 1 Eylül 2011’den itibaren sigortayı iptal edersem geri alacağım prim miktarını ve halihazırda kredi kartıma yansımış olan taksitlerin akıbetini sordum ve yazılı bir yanıt aldım. Yazdığım dilekçeye de bu yazışmaları ekledim ki, sonradan çamura yatacaklarsa iki kere düşünsünler. Bakalım ne olacak? Adam gibi iade yapıp, sözleşmemi feshedecekler mi yoksa türlü çeşitli zorluk çıkartacaklar mı?

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Dilimde Tüy Bitti

Bu blogda durmadan tasarruf edip, para biriktirmek üzerine yazdım, çizdim. Bazıları mevcut faiz oranlarının tasarruf etmeyi cazip olmaktan çıkardığını, borsanın riskli olduğunu, BES’in geleceğinin belirsiz olduğunu bu nedenle de tasarruf etmek yerine paraları yemenin daha makul olacağını düşünüyorlar. Borsa riskli, BES belirsiz de bizim geleceğimiz bu konuda net mi? Sağlığımız emekli olabileceğimiz yaşa kadar çalışmamıza izin verecek mi? Emekli maaşları her zaman düzenli olarak ödenebilecek mi? 90 yaşımıza kadar yaşamayacağımızdan emin miyiz?

Bende mi bir tuhaflık var da ben bu kadar gelecek endişesi yaşarken ki, çok şükür maddi açıdan kötü bir pozisyonda değilim, etraftaki insanların çoğu sanki yarın yokmuş gibi yaşayabiliyor? Tasarruf etmekten geçtim hala kredi kartının minimumunu ödeyerek zaman içinde borçtan kurtulabileceğini zanneden “saf” insanlar var. Kredi kartının tamamını ödememek ve kredi kartını bir borç aracı olarak görmekle tefeciden para almak arasında pek bir fark yok. Borcunuzu ödemezseniz, Tefeci sizi topuğunuzdan kurşunlayabilir ama bankalar da başka açılardan acı verici olabilirler.

Para biriktirmek şart ama öncelikleriniz olmalı. Önce küçük bir acil durum fonu oluşturun. Belki 1 maaşınız kadar. Sonra da elinize geçen her kuruşu varsa kredi kartı borcunuzu tamamen kapatmak için kullanın. Kredi kartı bir ödeme aracıdır, bir borçlanma aracı değildir. Acil durum fonu da acil işler içindir. Ani bir hastalık, ailede bir vefat gibi. Haftasonu AVM turlarken indirimde gördüğünüz yeni televizyonu, kap kacağı yahut da ihtiyacınız olmayan ıvır zıvırı almak için bu fonu kullanmamalısınız.

Bazı bireysel finans uzmanları borç ödeme miktarı en düşük olan borcunuzdan başlamanızı önerseler de benim yaklaşımım farklı. Ben faizi en yüksek olan borcu ödemeye başlamayı tercih ederim. Evet bir borçtan kısa vadede kurtulmanın psikolojik olarak rahatlatıcı bir yanı vardır belki ama esas cebimizi yakan şey yüksek faiz olduğundan benim önceliğim en yüksek faizli borcu temizlemek olur.
Lütfen ama lütfen popüler tabirle “Kredi Kartızede ya da Kredi Kartı Mağduru” olmayın. Öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki kredi kartları tabancayı çekip, şakağımıza dayayıp bize zorla para harcatıyorlar. Eh gelir belli, gider belli, mecburen mağdur oluyoruz. Valla benim kredi kartlarım kuzu kuzu cüzdanımda bekliyorlar. Ben onları rahatsız etmezsem, orada sonsuza kadar uyurlar ve beni mağdur etmeyi akıllarından bile geçirmezler. Kendinizi alışveriş sarmalından kurtaramıyorsanız, kartları evde bırakın. Cebinize ihtiyacınız kadar para koyun, sokağa öyle çıkın. Hain kartların saldırısına uğramadan geri dönebilirsiniz.

9 Ağustos 2011 Salı

Paniğe Gerek Yok

Gazeteler boy boy manşet atıyor: "Borsa Çakıldı!", "Altını kimse tutamıyor!", "Dolar yeni bir rekor kırdı!" vs.

Döviz cinsinden borcunuz varsa, önümüzdeki 12-18 ay içerisinde gereksinim duyacağınız bir miktar parayı borsaya yatırdıysanız son 10 yılda yaşananlardan hiç ders almamışsınız demektir. Size söyleyecek sözümüz yok.

Eğer borsaya uzun vadeli yatırım sepetinizin bir parçası olarak ufak ufak yatırım yapan biriyseniz ve borsadaki paranıza uzunca bir süre ihtiyacınız olmayacaksa paniğe gerek yok. Hatta paranız varsa azar azar kağıt almaya devam edin. BES sisteminde hisse senedi ağırlıklı bir portföyünüz varsa endişelenmeyin. Yatırdığınız para ile ucuzlamış hisse senetlerinden daha fazlasına sahip olacağınızı düşünün. Paniğe kapılıp pozisyon değiştirecek bir zaman değil.

Hiç kimse önceden dip noktalarını ve tepe noktalarını tahmin edemez. Kendiniz için makul olan bir noktaya geldiğinizde bir yatırım aracının ağırlığını azaltıp diğerini artırabilirsiniz ama asla yumurtalara aynı sepete konmamalı.

Ben bugün 99 TL'den altın bozdum, yarın 8.36 TL'den sattığım Akbank Hisselerinin ve 7.88 TL'den sattığım Garanti Bankası hisselerimin bir kısmını yerine koyacağım. Altının hepsini satmadım elbette ve doğal olarak sattığım tüm hisseleri de bu seviyeden satın almayacağım. Yavaş yavaş itidalli hareketler yapmayı seviyorum. Spekülatif hisselere yatırım yapmam. İMKB-30 hisseleri dışına çıkmam.

İleriye dönük yatırım sepetimde çok az döviz, bir miktar altın, bir miktar hisse senedi, gayrimenkul, BES hesabı var. Maalesef TL mevduat tarafında kısa kalmış durumdayım. Bunun sebebi de bu yıl satın aldığım ev.

Eğer para biriktirmek için alternatif yatırım araçlarınız varsa uzun vadede kazançlı çıkacağınızdan emin olabilirsiniz.

5 Ağustos 2011 Cuma

Ekonomideki Çalkantı

Son günlerde yine dünya çapında ekonomik sarsıntılar yaşanıyor. Parası olan parayı ne yapacağına karar vermekte zorlanıyor, parası olmayan işini kaybetmekten korkuyor.

Avrupa'da birçok ülke iflasa yaklaşıyor ama bizim memlekette birileri çıkıp Avrupa'daki krizden bizim etkilenmeyeceğimizi savunabiliyor. Yahu bu ne saflıktır? Dünya çapında talep daralması yaşanırsa bu bizi nasıl etkilemez? Ürettiğimizi nereye satarız? İşten çıkarmalar olursa yurt içi talep daralması da yaşanmaz mı? Ekonomi küçülmez mi?Ekonomideki her hareket zincirleme bir dizi başka harekete sebep olur. Bunca sene bunu yaşayıp da hala politikacılara inananlara neremle güleceğime şaşırmış vaziyetteyim.

Dünkü gazeteler Merkez Bankası'nın son hareketine anlam veremediklerini, piyasalarda panik havasının hüküm sürmekte olduğunu yazıyorlardı. Doğal olarak adam gibi bir analiz bulmak imkanı yok. Ekonomitürk'teki Merkez bankasının Faiz Kararı Yorumu yazısını okumanızı öneririm.

2 Ağustos 2011 Salı

CİMRİ Mİ? BEN Mİ?

Geçenlerde kardeşim yeni evin çok boş kaldığını böyle de iyi olmadığını söyledi. Ben de ona daha sonra iki evin eşyasını birleştirmenin zor olacağını, gereksiz ıvır zıvırla evi doldurmak istemediğimi ama bir iki parça lüzumlu şeye daha ihtiyacım olduğunu bildiğimi, taksit yüküm Ekim ayında biraz azalacağından Ekim’i bekleyeceğimi söylediğimde bana “Cimriliğin tutmuş yine!” dedi. Önce aldırmadım ama sonra aklıma geldikçe içerledim. Daha ona bunu söylemedim ama söyleyeceğim. Kötü niyetli olmadığını bilirim. Kardeşimle ilişkim son derece sıcaktır ve benim için hayatımdaki en önemli kişi kardeşimdir.

İki defa kullandığı otomobilleri daha yenileriyle değiştirmişliğim var. Üstelik onun benden böyle bir talebi yoktu ama ben güvenliği açısından daha iyi bir otomobile binsin istedim. Yurt dışına her çıktığımda elim kolum dolu gelirim, çoklukla da ona hediye alırım. Kısmetlidir. Karşıma hep ona uygun şeyler çıkar. Akşam yemeğe gidersek, genelde hesabı ben öderim. Bunları da zevkle ve isteyerek yaparım. Tüm bunları bir kenara bırakalım. Ben cimri olsam yurt dışında tatil yapar mıyım? İşe arabamla gidip gelir miyim? Zırt pırt dışarıda yemek yer miyim? Ayakkabı dolabımda 30 çift (indirimden de alınmış olsa) ayakkabı olur mu? (Gerçi bunu hayli abarttığım için tam bir yıldır ayakkabı almadım. Daha en az bir yıl ve hatta daha uzun süre de idare edebilirim. Ne yapalım yani? Hepimizin zayıf yönleri vardır. Benim ki de ayakkabı işte…)

Ben tutumlu biriyim ama kara kuşak tutumlu birisi değilim. Önceliklerim farklı ve gelirimi giderimi kendi önceliklerime göre belirlerim. Evimde televizyon olmaması umurumda olmaz ama bir sene tatil yapamazsam bu hiç de hoşuma gitmez. Televizyona vereceğim parayı tatilde harcamayı tercih ederim. Eğer cimri birisi olsaydım, bu zamana kadar en az dört evim ve cebimde de bir ev alacak kadar daha para olurdu. Ama hayatı yaşamayı da seviyorum. Gelirimden belli bir oranda tasarruf edebiliyorum ve bunu da yeterli buluyorum. Fazlası da beni rahatsız eden bir yaşam biçimine dönüşürdü. Bu evi alıp, kiraya versem ve annemle yaşamaya devam etseydim de olurdu ama bunu tercih etmedim. Tek başıma yaşamak uzun zamandır alışık olduğum ve sevdiğim bir durum. Annem hastayken ve desteğe ihtiyacı varken tamam yanında oldum ama bunu yaşam biçimi haline getirmeyi de asla istemem.

Velhasıl sevgili kardeşim ablan bence hiç de cimri değil. Sadece parasını yönetmekten, önceliklerine göre hareket etmekten hoşlanan nispeten tutumlu biri, o kadar…

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sisifos'un Kaderine Mahkum Olmayın

Yunan mitolojisine özel bir merakınız yoksa Sisifos’un kim olduğunu bilemeyebilirsiniz. Sisifos açgözlü, hilekar bir kraldır. Yaptığı türlü madrabazlıkla Tanrıları öfkelendirdiği için sonsuza kadar bir kayayı bir tepenin üstüne çıkartmaya mahkum edilir. Tam tepeye çıktığı vakit, kaya tekrar aşağı yuvarlanmakta ve Sisifos da tekrar kayayı yukarı taşımaya başlamak zorunda kalmaktadır.
Bütçesine, nakit akışına ve alışveriş hastalığına hakim olamayıp da borç içinde yüzen insanları ben Sisifos’a benzetirim. Sonu olmayan beyhude bir çaba! Sürekli bir kölelik! Borcu olan bir insan asla özgür biri değildir. Hayatı keyif alarak yaşamasına imkan yoktur.
Jeff Yaeger Ultimate Road to True Riches kitabında şunu öğütler: 30 yaşındaki gelirinize ayak uydurun ve orada kalın! Yani daha sonraları daha iyi kazansanız dahi bunu sürekli yaşam tarzınıza yansıtmayın. Fazla paranızı biriktirin ve kenara koyun. Bu sayede istediğinizden daha kısa sürede emekli olabilir, yapmayı istediğiniz şeylere daha çabuk kavuşabilirsiniz. Ne kadar az para ile yaşamaya alışırsanız o ölçüde özgürleşirsiniz. Bu söylediklerim anlamsız geliyor olmalı zira ticari kuruluşlar bizleri tüketim psikolojisine alıştırmak için yıllardır sistematik bir şekilde beyin yıkama (reklam) faaliyetlerini sürdürüyorlar. Müslüm Baba’nın sesinden “İhtiyacım Var” şarkılı reklamı ben hala hatırlıyorum. Nasıl bir gaza getirme anlatamam! Herkes güzel bir eve, şık bir arabaya, tatile, yeni elbiseye, yeni ev eşyalarına ihtiyaç duyar temalı bu reklam aslında anlatmak istediğim her şeyi çok da güzel özetliyor. Başkalarına bakıp, onlarda olanı arzulamanın sonu yok ki! Benim evim var, arabam da var. Eh çok şükür her sene tatil de yapabiliyorum. Ama, teknem yok, evim bahçeli değil, arabam Mercedes değil, marka ayakkabı ve çanta alamam, özel jetim de yok, dünyayı dolaşacak kadar param da… Pekiyi bunlara ihtiyacım var mı? Tabii ki yok. Bunlara sahip olmak ister miydim? Tabii ki isterdim ama imkan yok. Eeee ne olacak o zaman? Depresyona mı girmeliyim? Hayat çok kısa. Her anını tadını çıkartarak yaşamak lazım. Bunu borç içinde yüzerken yapamazsınız. Ben imkanlarım ölçüsünde para biriktirip, yatırım yapıyorum. Yaşım 45. Bundan sonra çok iyi gelir elde edebileceğim işler bulmama imkan olmadığı gibi artık sabah dokuz akşam altı çalışmak da istemiyorum.
Yapmam gereken çok basit: Mütevazı bir hayatı tercih edeceğim, ayağımı yorganıma göre uzatacağım. Gelirimi destekleyebilecek beceriler kazanacağım ve bu şekilde yaşamaktan keyif almaya bakacağım. Sizin planlarınız nedir?

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Vergisiz Hayat Oh Ne Rahat!

Bugün sabah Internet'ten gazetelere göz gezdirirken HaberTürk'te Gereksiz İlk 10 Vergi haberine rastladım. İTO'nun yaptırdığı araştırmaya göre gereksiz ilk 10 vergi şöyleymiş:

1. Özel tüketim vergisi
2. Katma değer vergisi
3. Damga vergisi
4. Çevre ve temizlik vergisi
5. Gelir vergisi
6. Motorlu taşıtlar vergisi
7. Kurumlar vergisi
8. Emlak vergisi
9. Harçlar
10. Veraset ve intikal vergisi

Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi'nin gereksiz olduğunu düşünen toplumu alnından öpüp tebrik ediyorum. Cahillikte sınır tanımadığı için. Evet bizde vergi çok, vergiden vergi alınması gibi salakça uygulamalar da var. Veraset ve İntikal Vergisinde de haksız durumlar olabiliyor, yeni düzenlemelere ihtiyaç var belki ama bu vergiler gereksiz ise, devlet neyle dönecek?

Temel problem dolaylı vergiler ve dolaysız vergiler konusunda hem milletin hem de devleti yönetenleri kafasının basmamasıdır. Hatta esas problem devletin adam gibi vergi toplayacak mekanizmaları kurmamasıdır (yandaşların canı yanacağı için işlerine gelmez ve bu saptama tüm hükümetler için geçerlidir). Uyanık tüccarlar ve iş adamları zaten kanundaki her boşluğu bulur ve bundan yararlanarak vergi kaçırır. Kanunda boşluk bırakanlar da bu gedikleri bir türlü tıkamayı beceremez veya becermek işlerine gelmez. Adam gibi vergi toplanamadığı için dolaylı vergiler hababam pompalanmakta ve adeta bir haraç mekanizması işletilmektedir. EkonomiTürk'te yayınlanan şu yazıları okumanızı öneririm:

Dolaylı Vergiler, Dolaysız Vergi Oranları ve Tarihsel Gelişim
Türkiye'de Ödenen Vergiler ve Vergi Türleri

Bu arada HaberTürk'ün yazısı ayrıca şamata ögeler içeriyor. Eğlenmek için bile okumaya değer.

24 Temmuz 2011 Pazar

Risk Alınacak Zaman Değil

Dünyanın her tarafından ekonomi ile ilgili kötü havadisler geliyor, ülkenin ekonomi yönetiminde ön planda rol oynayan yetkilileri uyarılarda bulunuyor. Yani zaman risk alınacak zaman değil. Özellikle borca girip mal sahibi olmaya karar verenler bir daha düşünmeliler. Dünyada ve çevre ülkelerde yaşanacak bir talep daralması işinizi doğrudan etkileyebilir. Eğer devlet memuru değilseniz son on yılda yaşadığımız teğet geçen(!) ve teğet geçmeyen tüm krizlerde yaşananları ve işsiz kalan insanları hatırlayın.

Şu anda borcu olanlar mümkün mertebe borçlarını kapatmaya veya uzun vadeli borçlara girmişlerse kemerleri sıkıp Acil Durum Fonlarını beslemeye çalışmalılar. İş değiştirmeyi düşünenlerse dikkatli olmalılar. Kriz çıktığında işten çıkartmalara öncelikle kıdem tazminatı yükü olmayan ve şirkete yeni girmiş kişilerden başlanır. Nispeten sağlam bir işiniz varsa, şimdilik ayağınızı yere sıkı basın.

Gereksiz harcamalardan kaçınmak gerektiği aşikar. Para harcamadan kendinizi oyalayacak şeyler bulun. Bu blogda birçok yazıda ailenizle kaliteli zaman geçirmenizi sağlayabilecek bedava ya da ucuz alternatifler bulabilirsiniz.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Reklam

Blogu görüntüleyince yanda açılan ve kapatılamayan reklam penceresi de neyin nesi? Bu nasıl kaldırılabiliyor? YARDIM lütfeeeen! Reklam alacak olsam alırım zaten. Ne gerek!?

Yeni Ev Borcu

Yeni evimle ilgili borcumun ödemesine dair bir "ticker" yaratıp, blogun başlığının altına ekledim. Borçtan nefret ettiğimi daha evvel söylemiş miydim?

Ankara'da açılan IKEA sağolsun artık evde küçük de olsa bir masam var. Yeniden bilgisayar başında yazı yazmaya, araştırma yapmaya başlayabileceğim.

Ev hala eve pek benzemiyor ama kullanılabiliyor. Geçen hafta sonunda tüm eşyamı yeni eve taşıdım.

Henüz temizlik için birini ayarlamadım. Anneme, kardeşime ve kardeşimin kayınvalidesine giden biri vardı ama annem ve dünürü o kadar çok şikayet ediyorlar ki, karar veremedim. Sonra da düşündüm ki evde zaten eşya yok. Elektrik süpürgesi tutmak ve Vleda gezdirmek ne kadar zor olabilir ki? Ütüden nefret ederim ama sanırım idare edebilirim. Camlar ayda bir silinse ne olur? Zaten perdeleri hiç açmıyorum ki... Velhasıl şimdilik temizlik işi bende. Hem tutumlu bir hareket hem de bedava egzersiz işte daha ne olsun? Zaman içinde bakacağız artık.

Bütçemi tekrar gözden geçirip bazı kemer sıkma adımları planladım. Bu ay harcadığım parayı her gün not etmeye ve paranın nereye gittiğini görmeye karar verdim. Harcamasız günleri de blogda yazacağım. Böylece bana da okuyanlara da motivasyon olur. Dün ve evvelki gün harcamasız günlerdi. İşten çıkıp eve gittim ve evde yemek yedim. Ama bugün maalesef bol harcamalı bir gün olacak zira kanepe ısmarlamak zorundayım. Salon bomboş. Yani oturacak hiç birşey yok. Yani hiç hiç hiç birşey yok... O derece:)

29 Haziran 2011 Çarşamba

Yeniden yazmak

Yeniden yazmayı istiyorum ama evler arası sıkışmışlık, işteki yoğunluk, seyahatler vs. derken düzene giremedim bir türlü. Haftaya kısmet! Haftasonu yeni evime taşınmış olacağım. Henüz salon tamamen boş. Evde masa da yok.

Haftaya IKEA'ya uğrayıp, bu eksikleri tamamlayınca herhalde rahat ederim. Yeni yazı fikirleri var aklımda.

27 Mayıs 2011 Cuma

Tercih Meselesi

Dün yeni ev için almam gereken minimum eşyanın tamamını satın aldım. Hayli hafiflemiş (!) olarak eve döndüm. Annemle sohbet ederken, bazı ihtiyaçlar daha gündeme geldi. Bunlar benim 2. derece önem atfettiğim ve de kısa vadede almayı planlamadığım eşyalar. Anneme bunları henüz alamayacağımı söyleyince afalladı ve "paran mı bitti?" dedi. Paramın bitmediğini ama bütçemde bu iş için ayırdığım paranın bittiğini söyledim. "Nasıl yani?" dedi. Ben de ona yazın tatil yapmak için bütçe yaptığımı, ilave eşyaları alırsam tatil yapamayacağımı, tatilden de vazgeçmek istemediğimi anlattım. Anneme bu durum biraz tuhaf geliyor ama benim önem verdiğim şeyler farklı.

Annem acelecidir. Herşey hemen olsun bitsin ister. Benim yerimde olsaydı eminim tüm eşyayı alır, evi dayar döşer ama sonra da tatil yapmayı düşünmezdi. O evinin düzgün, rahat ve kullanışlı olmasını bense, keyfimi, tatil yapmayı ve sevdiğim şeylere para harcayabilmeyi önemserim.

Yıllar evvel yeni bir iş için İzmir'e gitmiştim. Bir yıl boyunca salonda tek bir TV koltuğu, bir televizyon ve de 3 minder ile yaşadım. Ertesi sene bir kanepe satın aldım. Çok uzun süre böyle idare ettim ama o arada güzel seyahatler yaptım.

Kaynaklar kısıtlı. O halde en doğrusu kaynakları en çok önemsediğimiz şeyler için kullanmak. Örneğin rahmetli babam için benim ve kardeşimin eğitimi herşeyden önemli idi ve o da bunun gereği neyse onu yaptı. Bizim iyi birer eğitim almamız için pek çok fedakarlıkta bulundu.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Pazar farkı

Yeni eve temizlik için malzeme almam lazımdı. Yakınlardaki bir büyük ve tanınmış markete girdim. 20 litrelik iki kova alarak işe başlayayım dedim. Biri ayçiçekli, diğeri balıklı iki kova beğendim ama bir de baktım ki biri 10 diğeri 14 TL. Hmmm... kova fiyatları üstüne uzman değilim ama bana pahalı geldi. Oradan çıkıp 5 dk. mesafedeki pazara gittim. İki kova, bir çamaşır sepeti, bir süpürge, bir faraş, bir ufak leğen ve iki tuvalet fırçasına 35 TL verdim.

Bu pazar yeri yeni eve pek yakın. Çarşambaları meyve sebze için uğramaya değer...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Blogumu Özledim...

Yazmamaya karar vermiştim biliyorsunuz... Fakat yazmayı özlemişim. Ara sıra eski yazılara yorum bırakanlar da belki bir gün yeniden yazacağımı umduklarını yazmışlar.

Bir özet vereyim:

Hayat her zaman istediğiniz yönde gitmiyor. Benimki de öyle oldu ve beni uzunca bir süre depresif bir moda soktu fakat bu durumdan kurtuldum. Aralık sonunda annemin her iki dizine birden protez takıldı. Uzun süre sıkıntı çekti ama sonunda değdi. Ameliyat öncesi çok ağrısı vardı, iyileştikten sonra sıkıntısı kalmadı. Bu dönemde onun yanında olmak çok faydalı oldu. Bu durum belki depresyondan çıkmama da yardımcı oldu. İnsan başkalarıyla ilgilenirken, kendine acımayı unutuyor.

Ankara'dan hoşlanmıyorum. Fakat yapacak bir şey de yok. Şu anda düzenli bir gelirim varsa bunu Ankara'dan aldığım iş teklifine borçluyum. İşimi seviyorum ancak Istanbul'da olsaydı sanırım daha çok severdim.

Istanbul'a ilk başta planladığım kadar sık gelemedim ama buradaki evimden vazgeçemiyorum. Annemle uzun bir süre beraber kaldıktan sonra tek başına yaşamı özlemeye başladım. Önce kiraya çıkmayı düşündüm ama bilirsiniz kiradan pek hoşlanmam. Bütçeme uygun küçük bir daire almaya karar verdim. Çok uzun süre araştırdıktan sonra geçen ayın sonunda birikimimin tamamını yatırdığım bir daire satın aldım. Cebimdeki para biraz kısa kaldı, ben de faizi biraz yüksek de olsa tüketici kredisi kullandım. Kredim 36 ayda bitecek. Ödemeler bu sene için biraz zorlayıcı ama seneye emekli maaşım da gelirime eklenince, işim kolaylaşacak. Mortgage kullanmadım zira erken kapatmanın cezaya tabi oluşu hoşuma gitmiyor. Elime ikramiye filan geçerse, borcun bir kısmını kapatırım diye umuyorum. Faizler yükselmeye başlamıştı ama henüz bazı bankalar faizleri yükseltmeden bu operasyonu tamamlayabildim.

İstanbul'daki evi kapatmamaya ve kiraya vermemeye karar verdim. Zira yaptığım hesap buna değmeyeceğini açıkça gösterdi. Kaldı ki benim katımda 3 adet kiralık daire var. Kiracıların biri bile bugüne kadar hiç olmazsa bir yıl oturup, su, doğalgaz ve aidatını düzgün ödemedi. Karşı dairenin sahibi bu işten bıkmış olmalı ki evini satışa çıkartmış. Su ve doğalgaz bizde site yönetimi tarafından metrekareye göre dağıtılıyor. Kiracılar birkaç ay kalıp, hiçbirşey ödemeden kaçıp gidiyorlar. Vergisi, emlakçı masrafı vs. derken evi boş tutmak daha akılcı geldi bana.

Istanbul'daki evimde eskiyen ve yenilenmek isteyen eşyalar var. Bunlar şimdilik duracak ama Ankara'daki eve yenilerini alıyorum. Zamanı gelince Istanbul'daki eskileri bağışlayıp, Ankara'dakileri buraya getireceğim. Bir gün Istanbul'a döneceğim. Bunu biliyorum.

Mutfak malzemeleri, havlu, çarşaf vs. yeteri kadar var. Her iki eve yeter. Zaten Istanbul'da çok kısa kalabildiğim için buraya az mutfak eşyası bırakacağım. Sadece bir teflon tava, makarna, çorba yapmak için bir tencere, basit bir iki gereç daha.

Niyetim Istanbul'a temelli dönmeden evvel evi iyice elden geçirmek. Büyük ihtimalle mutfak ve banyo tamamen yenilenecek, duvarlar boyanacak, bazı eşyalardan kurtulunacak.

Tek sıkıntım malum "Hödö Parası" artık yok. Mümkün olan en az borcu alabilmek için ceplerimi tamamen boşalttım. HÖDÖ Parasını yerine koymak zaman alacak. Bunun beni germemesine çalışıyorum.

Velhasıl, hayat akış yönünü değiştirirse, yeni akışa direnmek yerine uyum sağlamak da bir çözümmüş, bunu öğrendim.

İkinci bir ev almak pek de hesapta yoktu ama iyi oldu. Bu ev kira geliri elde etmek için uygun bir yerde. Ankara'da daha stabil kiracı bulmak kolay olabilir. Olmazsa her zaman satabilirim. Bakacağız artık...