12 Ocak 2010 Salı

Yalancı Çoban

Yalancı Çoban'ın hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Ezop'un olduğu söylenen ama gerçek kaynağını tam bilemediğimiz bu çok öğretici çocuk masalından ders almayan Dünya Sağlık Örgütü WHO ve bizimkisi de dahil pek çok hükümet bu yıl da Domuz Gribi konusunda gereksiz bir panik yarattılar. Geçtiğimiz yıllarda SARS, sonra Kuş Gribi, şimdi de Domuz Gribi... Avrupa Parlamentosu Sağlık Komitesi'nden Wolfgang Wodarg ile yapılan bir röportaj pek çok yerde yayınlandı. Röportaj'da açıkça Dünya Sağlık Sağlık Örgütü'nün şeffaflığından duyulan şüphe, aşının iki doz uygulanması konusundaki öneriden kaynaklanan rahatsızlık ve ilaç firmalarının açgözlülüğünden bahsediliyor.

İnsanlar önlem olsun diye antibakteriyel jel ve sabunlara bir sürü para harcadı. Bunları üreten firmalar ciddi kar elde ettiler. Oysa H1N1 bir virüs yani, antibakteriyel ürünün buna bir etkisi olamaz. Birçok kişi de çocuğu grip olunca doktorlara koşuşturdu. Bilinçsiz bazı doktorlar ve uyanık bazı hastaneler grip hastalarına hemen domuz gribi yaftasını yapıştırıverdiler. Oysa her hastane ve her laboratuvar bu virüsü tespit edebilecek olanaklara sahip değilmiş. Bu da sonradan ortaya çıktı.

Hükümetleri Dünya Sağlık Örgütü'ne inandıkları için çok da fazla suçlayamıyorum ama bu örgütün çok sıkı biçimde denetlenmesini talep etmelerini bekliyorum.

Bizim başbakan aşı olmayacağını beyan ettiğinde ve de Sağlık Bakanı çocuklarını aşılatmadığında bu işten pis kokular almış ve grip aşısı olmayacağımı söylemiştim. Zaten ben her yıl yapılan normal grip aşılarını da olmuyorum. İnsan kendine iyi bakar, ellerini temiz tutar, havasız ve kalabalık ortamlardan kaçınırsa genellikle nezle ve grip olmuyor. Grip olunca da bol bol ılık sıvı tüketip, gerekirse ateş düşürücü kullanıp, dinlenerek bu hastalığı en fazla bir haftada atlatabiliyorsunuz.

Aceleyle üretilen bazı aşıların yan etkileri konusunda da ciddi suçlamalar gündeme gelmeye başladı. Önce cıva oranı dendi, şimdi de kanserojen unusrlardan bahsediliyor. Doğruluğu kanıtlanana kadar bilemeyeceğiz. Tabii kanıtların bize kadar ulaşması bir şekilde engellenmezse...

Bazı arkadaşlarım koşa koşa gidip çocuklarını aşılattılar. İnsanlar çocuk sahibi olunca sağduyularının ve soğukkanlılıklarının önemli bir bölümünü yitiriyorlar ve müthiş korumacı bir şekilde ve genellikle panikle davranmaya başlıyorlar. Şimdi bu ne idüğü belirsiz aşılarla aşılanan çocuklar sırf bu yüzden ileride sağlık sorunları yaşarlarsa bu aileler kendilerini nasıl hissedecek?

Bazen Ebola, HIV gibi birçok virüsün biyolojik silah olarak laboratuvarlarda üretildiğini, bunların bilinçli ya da bilinçsiz olarak insanlara bulaştırılmış olabileceğini, yahut da ilaç firmalarının bu tür virüsleri önce üretip, salgın yaratarak sonra da ilacını satarak zenginleşme çabası içerisinde olduğunu düşünürüm. Bunu söylediğim zaman çoğu insan beni fazlaca Komplo Teorisi okumakla suçluyor ama sanırım zaman beni haklı çıkartacak.

Bu arada laboratuvar ortamında üretilip, biyolojik silah olarak kullanılması öngörülen bir virüs ile ilgili olarak okuduğum en iyi Komplo Teorilerinden biri de Tom Clancy'nin Rainbow Six isimli kitabıdır. Türkçesi Epsilon Kitabevinden Gökkuşağı 6 ismiyle yayınlanmış. Bulursanız okumanızı öneririm. Eko-Teröristlerin dünyayı kurtarmak için giriştikleri çılgınca bir komplodan bahseden kitabı okuyunca aslında bu tür bir girişimi engellemenin ne kadar zor olduğunu ve bu işin iyi bir planlama ile pekala da yapılabileceğini fark ediyorsunuz.

Bir gün gerçekten önemli bir hastalık ortaya çıkacak ve bizler yıllardır gereksiz paniklere sevkedildiğimizden, tıpkı Yalancı Çoban hikayesinde olduğu gibi bu kez gerçek olan tehlikeye aldırış etmeyeceğiz. Esas problem bu...