19 Ocak 2012 Perşembe

Isınmak için...

Bu ara Ankara felaket soğuk. İş çıkışı eve dönerken, arabanın derecesi -12'yi gösteriyordu. Park ettiğim yerden apartmana kadar (200m.) yürürken dondum.

İlk işim kombinin ısısını yükseltmek, sonra da çay koymak oldu. Hızlı bir şekilde kısır yapmaya koyuldum. Yarım demet maydonoz ve 4 adet kocaman köy biberini demlenmekte olan bulgurun üstüne kıyıp, koşar adım banyoya gittim. Sıcacık bir duşun ardından güzelce demlenmiş çay ve kısırdan oluşan akşam yemeğimi gövdeye indirdikten sonra mutlu ve ısınmış bir bireye dönüştüm.

Çay ve kısır ayda 2-3 kez akşam yemeği oluyor bana. Hem pratik, hem tutumlu, hem de oldukça sağlıklı bir akşam yemeği.

Şimdi de sırtımda annemin ördüğü sıcacık tutan şal, yatağın içinde oturup keyif yapıyor ve 3. bardak çayımı içiyorum.

Kışın yemeklere fazladan acı biber de katıyorum. Onun da iç ısıtıcı bir etkisi oluyor.

Yarın akşam yemeği için ya yeşil mercimek yapacağım ya da eve dönerken balık alacağım. Mercimeği çok özledim. Böyle soğuk havalarda o da ideal ve iç ısıtan bir yemek. Biraz suluca yapıp, yerken sirke ilave ediyorum. Bu babaannemden gelen bir alışkanlık. Sirke yeşil mercimeğe çok yakışıyor.

17 Ocak 2012 Salı

Sabrın sonu...

Sabrın sonu selamettir derler ben bunu hiç deneyimleyemedim. Sabırsız ve inatçı bir tipim ve fakat bu sefer azmettim. "Sabır sabır ya sabır!" diye dolaşıyorum.

Gaza gelmeye de temayüllü olduğumdan bugün etrafımdaki insanlara "Rica ederim beni gaza getirmeyin. Çünkü gaza kolayca gelen bir tipim ama sonuçları daima kötü olmuştur. O yüzden sıkın dişinizi, ha gayret, aldırmayın, kötü düşünmeyin!" dedim. İyi mi?

Her sabah kalkıp: Bugünü de atlatacağım! diyorum. Birer birer şafak sayıyorum.

Bazen kendimi bu şekilde çok mu hırpalıyorum diye düşünüyorum ve yıllar yıllar evvel annemden bana kalan bir masal kitabında okuduğum bir hikaye aklıma geliyor.

Kraliçenin biri doktorlarından bir bebeği olacağı müjdesini alınca çok mutlu oluyor. Oğlu mu yoksa kızı mı olacak diye heyecan ve merak içinde beklerken ülkenin önde gelen bilginleri ve kahinleri kendisini ziyaret edip bir altın makara veriyorlar. Bu altın makara doğacak çocuğun ömrünü gösteriyor ve yavaş yavaş dönüyor. Döndükçe altın iplikten birazı kaybolup gidiyor. Kraliçe sabırsızlık içinde bebeği beklerken aklına altın makara geliyor. Azıcık şu makarayı sarsam, bebeğimi kucağıma alsam diye düşünüp, makaradan birazcık iplik çekiyor ve bir de bakıyor ki oğlu kucağında. Bebek büyümeye başlıyor ve her bebek gibi gazdı, dişti, hazımsızlıktı sorunlar yaşıyor. Kraliçe her seferinde koşup ipi birazcık çekiveriyor ve sorunlar böylece çözülüyor. Çocuk okul çağına geldiğinde bilginler ve kahinler kraliçeyi tekrar ziyaret edip, çocuğun geleceği ile güzel tahminler söylüyorlar. Kraliçe o güzel günlerin gelmesi için her aklına geldiğinde makaraya koşuyor. Bir gün dehşet içerisinde fark ediyor ki, makarada azıcık iplik kalmış. Gözü aynaya ilişiyor, yaşlanmış çehresini ve bükülmüş belini fark ediveriyor.

Kraliçe gibi ben de acaba şafak sayarak hayatı ıskalıyor muyum diye çok düşünüyorum.

16 Ocak 2012 Pazartesi

İtiraz yok...

Yöneticimin gereksiz tüm isteklerine bir süredir hiç ses çıkartmıyorum. Zaten gereğinden fazla bürokrasi ve kağıt israfı varken her gün yeni bir fikir üretip, yeni bir form, yazı, basit bir karara 3. 4. imza taleplerine artık hiç itiraz etmiyorum. Çalışanları bayma pahasına "Tamam, yapalım" diyorum.

Neden artık hiç itiraz etmediğimi hala anlamadı. Sabrediyorum...