13 Şubat 2008 Çarşamba

Bir ikilemin eşiğinde…

Tasarruf edip, para biriktirmenin öneminden söz edip duruyorum. Bu konuda örnek alınacak şekilde davranmaya çalışıyorum. Çok yakın diğer bir Vulcan’lı arkadaşım da (ismi T’Pring) aynı benim gibi düşünüp, davranıyor. Ancak, şu sıra tasarruflarını ciddi baltalama olasılığı olan bir konu zihnini kurcalayıp, duruyor. İşinden ayrılmaya karar verdi. Evet, bu konuda kararı çok kesin. Önünde iki alternatif var: 1. Yeni bir iş buluncaya kadar dişini sıkıp, sonra ayrılmak, 2. Hemen ayrılmak ve tasarruflarını tırtıklayarak geçinmek.

Sağduyulu, mantıklı Vulcan’lı iç sesi ona 1. alternatifi uygulaması gerektiğini söylüyor. Öte yandan uzun yıllardır bu gezegende ve de Türkiye’de yaşadığı için derin bir şekilde içine işleyen Akdeniz’lilere özgü, kanı kaynayan bir alt benlik ise kararını hemen uygulamaya koymasını emrediyormuş.

Gündüz işlerle meşgul olmaya çalışarak her iki sese de kulaklarını tıkayabildiğini ama işyerinde huzursuz olmasına sebep olan olayların da yine gün içinde karşısına çıkıp durduğunu anlatıyor. Ama esas geceleri sürekli kafasında bu iki sesin yarattığı karmaşayı evirip, çevirmekten bütün huzuru kaçıyormuş. Dünyada yaşadığımız müddetçe ki, maalesef bu süreyi biz belirlemiyoruz, bu gezegenin insanları gibi davranmak zorundayız. Bu da bir işe girip çalışmayı gerektiriyor.

Dün akşam T’Pring ile oturup hesap yaptık. Eğer, BES’e katkıda bulunmaya ara verirse, Digital TV aboneliğini iptal ederse, Temizlik Hizmetlerini almaktan vaz geçerse ve de harcamalarını minimize ederse, elindeki nakit para Ocak 2009’a kadar onu idare eder. O tarihte eline geçecek bir miktar para daha var ki, bu da onu yaklaşık 8-9 ay götürür. Oldukça uzun bir süre. Neredeyse, 2009 sonbaharına kadar idare edebilir. Bu sürede yeni bir iş bulacağından hemen hemen eminim ama büyük de konuşmamak lazım. Tabii tüm bunlar onun tasarruflarının belli bir seviyede donması ve artmaması anlamına geliyor ki, her mantıklı Vulkanlı bunun aslında azalması demek olduğunu bilir.

T’Pring için en kötüsü otomobilsiz kalmak olacak. Birikimi ve giderlerini karşılaştırınca, bütçesinde ikinci el bir otomobile bile yer kalmayacak. Şu sıralar ona daha sakin davranmasını söylüyorum. Birkaç ay daha sabretse bile kardır, öyle değil mi?

11 Şubat 2008 Pazartesi

Anlaşmalar ve Adalet

Çoğu arkadaşım evli ve çocuklu. Ortalama 20 aile tanıyorsam, bunların yaklaşık üçünün çocuklarını benim ailemin bizi yetiştirdiği gibi yetiştirdiklerini, diğerlerinin tamamen çocukların kontrolü altına girmiş olduklarını görüyorum.

En baştan söyleyeyim: Asla çocuk sahibi olmayı düşünmedim. Bunun son derece büyük bir fedakarlık gerektirdiğini, çocuk yetiştirmenin ağır bir sorumluluk olduğunu ve bunun için fazla bencil olduğumu düşünüyorum. Büyük ihtimalle eleştirdiğim ebeveynlere benzerdim. O yüzden birazdan anlatacaklarımı bu bilgi ışığında okuyun ve kuru bir eleştiri olarak algılamayın lütfen.

Bahsettiğim 3 ailenin çocukları onlara gittiğim zaman mutlaka " merhaba" derler. Bazılarıyla daha samimiyiz, sohbet ederiz. Okuldan, spordan, okul dışı etkinliklerden konuşuruz ya da birlik olup, evin annesi veya babasıyla hafiften uğraşıp, şakalaşırız. Bu çocukların benim için hep özel bir yerleri vardır. Dersleri iyidir, kendi kendilerine çalışırlar. Merakları vardır, tek başlarına kendilerini oyalayabilirler. Sözkonusu aileler de özellikle sormazsam, çocukların başarılarından ya da üstün meziyetlerinden bahsetmezler, evlatları ne kadar övünülecek çocuklar olsa da onlarla övünmezler ama bilirim ki, çocuklarıyla iftihar ederler. Sadece bunu ortaya saçmayı ve abartıp, karşıdakini baymayı düşünmezler.

Diğer ailelere ve çocuklara gelince bunları ikiye ayırdım ben. Birinci grupla asla ev ortamında, çocuklarının bulunabileceği yerlerde görüşmüyorum, zira şımarık, tüm ilgiyi sürekli üstünde isteyen, lafa karışan, 5 dakika kahve içerken bile huzur vermeyen çocuklara tahammülüm yok. Gerçi çocuklar yanımızda olmasa da anneler (evet bunu en fazla anneler yapıyor) durmadan şımarık, kaprisli ve yeteri kadar terbiyeli olmadığını düşündüğüm çocuklarının "üstün meziyetlerinden" söz ederek iç baymayı başarabiliyorlar. Çocuk her çocuk kadar resim çiziktirebiliyorsa dahi, Picasso gibi yetenekli, 3-5 okul şarkısı söylüyorsa konservatuara gitmeye namzetmiş gibi anlatılıyor. İkinci grubun çocuklarına tahammül edebiliyorum zira genellikle eve bir yabancı, bir misafir geldiğinde surat asıp, odalarına kapanıyorlar ya da bilgisayarın başından kalkmadıkları için sorun yaratmıyorlar. Her iki kategorinin de aileleri, yakayı tamamen çocuklara kaptırmış durumda. Çocukların hiçbir sınırı yok, istedikleri herşeyi ağlayarak, bağırarak ya da hırçınlıkla elde edebiliyorlar. Başarısız notları eleştirilmiyor, her türlü müsamaha gösteriliyor. Karne berbat da olsa, karne hediyesi alınıyor.

Kardeşimin ve benim istediğimiz birşeyi elde etmemiz için her zaman koşullar olurdu.İyi bir karne, uslu durmak, odamızı dağıtmamak vs. gibi. Hatalı davranışlarımızın yaptırımları vardı. Bu genellikle hak mahrumiyeti şeklinde tezahür ederdi. Biz de istediğimiz elde edebilmek için onların kurallarına uygun davranırdık. Kızardık belki ama, istediğimizi başka yöntemle elde edemeyeceğimizi de bilirdik. Buna mukabil hem annem, hem de babam bize muazzam vakit ayırırlardı. Daima bize kitap okur, el becerilerimizin gelişmesini sağlayacak oyunlar icat eder, ailece birlikte olmamız için fırsatlar yaratırlardı. Başarılarımız onları mutlu ederdi. Onları mutlu etmek için biz de gayret sarfetmemiz gerektiğini bilirdik. Çok mutlu bir çocukluk geçirdim ben ve herşeyimi annemle, rahmetli babama borçlu olduğumu biliyorum. Doğumgünlerimde ben annemden atik davranırsam eğer, iyi ki beni doğurmuş olduğu için ona teşekkür ederim. Sanırım o da yaptığından pişman değil:)

Düşünüyorum da hayatımızdaki en önemli unsur ailemin çok adaletli olması ve asla hakkaniyet duygusunu zedeleyecek birşeyler yapmamalarıydı. Ben de, kardeşim de özel okulda okuduk. Aramız 8 yaş olduğu için ben bitirdikten 1 yıl sonra o başladı, böylece her ikisi de memur olan ailem bizi özel okulda okutabildi. 5. sınıfta sınava girerken babam bana şöyle demişti: "Senin bu özel okulda okumanı ve çok iyi İngilizce öğrenmeni istiyorum. Sonradan yabancı dil öğrenmek zor bir şey ve çok da iyi olmuyor. Bana ailemin sunamadığı bir fırsatı sana sunmaya hazırım. Kazanacağını biliyorum ama bu okula girersen, sınıfta kalamazsın. Çünkü ben özel okulda aynı anda iki çocuk okutamam. Arkandan kardeşin geliyor, ona da bu fırsatı tanımak durumundayım. Dolayısıyla, iyi bir öğrenci olman gerek." Ben bu sözü çok ciddiye aldım ve hiç de eleştirmedim. Daha sonra kardeşim aynı okulun sınavını kazandığında babam ona da şöyle dedi: "Senin arkandan gelen bir kardeş yok ama, sınıfta kalırsan, seni okuldan alırım. Çünkü ablana böyle bir koşul getirmiştim. Aynı şeyi sana da yapmazsam, ablana haksızlık olur". Gerçi, kardeşim de ben de, sınıfta kalacak tipte öğrenciler hiç olmadık ama, anlaşma anlaşmadır, öyle değil mi?

Bundan yıllar sonra, kardeşim evlenirken, annem bir hayli masraf yaptı. Kardeşime düğünde takmak için takı bakarken, bana da çok güzel bir hediye aldı. Bunu yapmasına gerek olmadığını, zaten çok masrafa girdiğini söylediğimde bana "Olur mu öyle şey? Sen de benim çocuğumsun. Evlenmemeyi tercih ettiğin için seni cezalandıracak değilim. Yaptığım masrafın miktarını da hesapladım. O miktar parayı sana vereceğim" dedi, gülerek de ilave etti:" Sonradan evlenmeye kalkarsan, kapik çalışmaz ama!".

Ailemin bu yönünü çok severim. İçimizdeki adalet hissini hiç zedelemediler. Farklı muamele gördüğümüzü hiç düşünmedik.