12 Temmuz 2008 Cumartesi

Bu da iyi...

Tatil sonrası THY'den ve yepyeni uçakların ne kadar rahatsız oldupundan yakınmıştım. Bugün akşam gazetesindeki şu yazı dikkatimi çekti. Özllikle de koltukların tek kişilik yatak konforunda olmasından bahsedilmiş. Kabul ediyorum benim boyum Türkiye ortalamasının çok üstünde, aslında dünyanın en uzun insanlarının yaşadığı Hollanda'nın kadın boy ortalaması olan 1.75 cm. Yani bayağı uzunum ama benden uzun bir sürü genç insan var, kilom da fazla ama sözkonusu koltuklardan bu şekil söz edebilmek için ya pigme olmak ya da Business Class uçmuş olmak lazım. Malum herkes business uçamadığına göre THY'nin üstün başarısından söz etmek anlamsız olmuyor mu?

Business ve Ekonomi arasındaki fiyat farkı abartılı olmasa, paraya kıyacağımdan emin olabilirsiniz ama fark o kadar ucuk ki, ben aradaki fark parasına araba kiralayabiliyorum...

10 Temmuz 2008 Perşembe

Daldan dala bir yazı işte...

Ben bu emeklilik birikimi konusuyla fena halde bozmuş durumdayım. Sık sık kendimi insanlara bu konuda vaaz verirken yakalıyorum. Çoğunlukla şaşkın gözlerle izlendiğimi fark edince biraz kendime çeki düzen veriyorum. İleriyi düşünüp, plan yapmak fena mı yani? Günü gününe yaşamak, vur patlasın çal oynasın hayatın tadını çıkartmak iyi güzel de sonra? Paraya esas ihtiyacımız olduğu zaman ne olacak? Rahmetli anneannem (Nur içinde yatsın), “yaşlılıkta paran konuşur” derdi. Dedem emekli olduğu vakit çok önceden almış olduğu bir araziye kendi evini yaptırmıştı. İki oda, mütevazi, sobalı bir ev. O zamanlar insanlar emeklilik parasıyla ev sahibi falan olabiliyorlardı.

Evin Maliye Bakanı anneannemdi. Her ay maaşı o çeker, bütçesini yapardı. Hangi aylarda odun, kömür almaya para ayrılacak, ne zaman bahçe kapısı boyanacak hepsini dikkatle bütçeler ve defter tutardı. Dedeme de önceleri biraz harçlık verirdi ama sonradan dedem en büyük hobisi olan bağ bahçe işlerini ilerletince, evin ihtiyacının fazlası olan yetiştirdiği meyve-sebzeyi satmaya başladı. Ailede kim dara düşse, dedemden borç alır hale geldi. Anneannem son derece tutumlu bir kadındı. Hiçbirşeyi boşa vermez, asla yemek atmazdı. Planını programını ona göre yapar israfa müsaade etmezdi. Hatırlıyorum, bizleri alışverişe gönderirken mutlaka “fasulye 3 liradan fazlaysa, alma onun yerine kabak al” türünden nasihat ederdi. Buna mukabil son derece cömertti. Bayramlarda en sağlam harçlık ondan ve yine rahmetli (o da Nur içinde yatsın) babaannemden gelirdi.

Anneannem pahalı fasulye almaya karşıydı ama kitap, dergi almamıza hiç ses etmezdi. Dünya klasiklerini yazları onun evinde okudum. İş yapmaktan temelde nefret ettiği için erkenden kalkıp, işlerini çabucak yapar, günün geri kalanında bize vakit ayırır, kitap okur ya da örgü, dikiş gibi işlerle uğraşırdı. Eski pijamaları keserek, bahçede kullanılan sırık fasulye bağlarına, yer bezlerine dönüştürürdü. Çok güzel dikiş dikerdi. Artan kumaşlardan benim bebeklerime elbiseler yapardı. O dönemlerde standart boyda bebek ve ona uygun kıyafetler filan satılmazdı. Ama, benim bebeklerimin ciddi gardropları olurdu, yani pek havalıydım, sayesinde...

Rahmetli çok tutumlu bir kadındı ama bakımlı ve düzgün görünmeye de çok özen gösterirdi. Evde eski püskü, kılıksız şeyler giyilmesinden nefret ederdi. Eski şeyler bile temiz, ütülü ve düzgün olmak zorundaydı. Saçını mutlaka sarardı ve şekil verirdi, gün içinde de iki tarak darbesiyle görünümünü tazelerdi. Bu bakımlardan hiç ona çekmemiş olmamız kötü tabii...

Okumuş ve hayatı boyunca şehirde yaşamış bir kadın olmasına ve de iş yapmaktan fazla hoşlanmamasına rağmen, bahçe içindeki evin işlerini de pratik usullerle yapar, yazın kabak, fasulye, biber, erik, kayısı gibi şeyleri kurutur, asmanın yapraklarını salamura yapar, kışa hazırlardı. Evinin tasarımını da kendi yapmış, belediyenin mimarına onaylatmıştı. Bu nedenle mutfağı evin en geniş yerlerinden biriydi. O mutfakta oturmak, o iş yaparken bir yandan yardım edip, bir yandan sohbet etmek, iş bitince beraberce çay içmek en tatlı anılarımdandır.

Bu ara yazılarım fazlasıyla daldan dala oluyor sanırım... Tutumluluk, tasarruf derken en çok anneannemden bahsettim. Ruhu Şad olsun...

8 Temmuz 2008 Salı

Elektrik, Su, Güneş...

Bu ara yazmayı boşlamış olduğumun farkındayım. Esasında gün içinde aklıma parlak fikirler geliyor ama akşam olup da geç bir saatte eve gidince bunları unutmuş oluyorum. Onun yerine daha pasif bir iş olan blog okuma işini yapıyorum

Yaz sıcakları malum. Bu aylarda kliması olanlar klimalarını kullanıyorlar elbet ama elektriğe gelen zam herkesin canını yakacak gibi görünüyor. Benim evim sadece bir cepheden kısa bir süre güneş alıyor. O odanın panjurunu sürekli kapalı tutuyorum. Eve gidince diğer cephedeki pencereleri açıp, evi havalandırıyorum. Şimdilik evin içinde rahatım yerinde ama çok sıcak olduğunda gerçekten bana dokunuyor. O zaman da fan kullanıyorum. Yıllar önce RAKS fabrikasından satın aldığım uzaktan kumandalı ve zaman ayarı olan bir fanım var. Hatta en çok kırılan parçalarını da tespit edip, yedeklerini edinmiştim. Fanlar, klimaya göre çok daha az elektrik çekiyor. Bazen serin bir duş alıp, fanı da yarım saate ayarlarsam kolayca uykuya dalabiliyorum. Havalar sıcakken, özellikle en sıcak saatleri iç mekanlarda geçirmekte ve fazla hareket etmemekte yarar var.

Bu arada tabii artık aydınlanmış ve bilinçli tüketiciler olarak bizler almayı düşündüğümüz elektrikli cihazların ne kadar elektrik tükettiğine bakmalı ve bunun maliyetini hesaplayabilmeliyiz.

Bulaşık ve çamaşır makinelerini asla dolmadan çalıştırmıyorum. Sebze yıkadığım suların en azından bir bölümünü çiçek sulamakta kullanıyorum. Önümüzdeki günlerde su kesintileri başlayacak. Bu konuda azami dikkati göstermek gerek. Her gün sabah duş alma alışkanlığım olduğu için su kesintisi fikri beni korkutuyor doğrusu. Hafta içi duşlarımın süresini kısıtladım. Sabunlanırken mutlaka suyu kapatıyorum ve azami 5 dakikada duştan çıkmaya özen gösteriyorum. Sadece Pazar günleri kendimi biraz daha fazla şımartıyorum. Suya olan aşırı düşkünlüğümü hafta sonu Karadeniz kıyısındaki plajlarda gidermek de iyi bir fikir olabilir. Elektrik zammından suya geçtik ama su ve deniz deyince de güneşin zararlarından bahsetmemek olmaz.

Kardeşim son yıllara kadar koyu bir tene sahip bir kişi olarak, hemen hemen hiç korunmadan bronzlaşabilen biriydi. Bense hemen güneş alerjisi olurum ve asla güneşe çıkmam. Bebekler için tasarlanıp, üretilmiş kremleri kullanırım. Son yıllarda kardeşim de asgari 30 koruma faktörlü kremler kullanmasına rağmen güneşten fazlasıyle etkileniyor. Bu hem delinen ozon tabakası hem de güneşte bu yıllarda etkisi artan patlamalar nedeniyle oluyor sanırım. Onun için aman dikkat! Cilt kanserleri çok öldürücü olabiliyor ve son yıllarda bu vakalarda ciddi artışlar var.