22 Mayıs 2009 Cuma

Grip nedeniyle kapalıyız...

Okuyuculara bulaşmasın diye bir süre yazamayacağım:) Merak etmeyin sanırım Domuz Gribi değil...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Yaşlanıyorsunuz! Hızlı mı olsun, yavaş mı?

Teknoloji ve buna bağlı olarak ilgi alanlarımız hızla değişirken, bizden önceki jenerasyonla algılama, merak etme, hobiler edinme, teknolojiyi takip gibi konularda aramızın açıldığını düşünüyorum.

Örneğin, cep telefonları markaları ne olursa olsun temelde aynı fonksiyonları olan cihazlar. Birini kullanan, en fazla birkaç dakika içinde diğerinde de arama, kayıt, mesaj gönderme gibi temel işlemleri yapabilir. Oysa bizden önceki jenerasyon için bu hiç de kolay olmuyor. Cihazları bozma endişesi ile olsa gerek kurcalamayı sevmiyorlar ve yeni bir cep telefonu onları ilk birkaç gün her çaldığında dehşete düşürmeyi başarabiliyor.

Geçenlerde Internet Explorer ile sorun yaşamaya başladım. Normalde bilgisayar bilgim kullanıcı seviyesindedir, söküp takma işleri yapamam. Program yükleyebiliyorum desem, zaten programlar kendi kendilerini yüklüyorlar. Biraz arandıktan sonra kullandığım toolbarların sorun çıkardığına kanaat getirip, Explorer ayarlarımı orijinal haline getirdim ve sorundan kurtuldum. Benden 20 yaş küçük biri çok daha kısa sürede sorunu çözebilir, sistemin yedeğini alıp, belki de tüm Windows’u yeniden kurabilirdi. Allahtan meraklıyım ve internetten her şeyi bulabiliyorum. Mesela sistemimi yedeklemek istiyorum, internetten ücretsiz yazılımlar ve bu işi nasıl yapacağım konusunda bir sürü kaynak buldum. Haftaya bu işi yapacağım. Tanıdığım birçok yaşıtım ve hatta bizden gençler bile bununla uğraşmayı seçmeyebilir. Oysa gençlerden ve onların gündeminden geri kalmaktan, yeni teknolojileri anlayamamaktan Domuz Gribinden korkar gibi korkuyorum. Bilgisayarlar hayatımıza çıkmamak üzere girdiler. Her aradığım konuya saniyeler içinde ulaşmaya, bankacılık işlemlerimi kendim yapmaya, dünyayla bağlantımı bilgisayarla sağlamaya o kadar alıştım ki, bir gün laptopumdan uzak olsam rahatsızlık duyuyorum.

Yeniliklere, siyasete, ekonomiye, teknolojiye, gündeme ilgisi az olan insanların yaşlandıkça algılamalarında problem yaşadıklarını, yaşlılıkla ilişkili demans gibi hastalıklara daha yatkın olduklarını bizzat gözlemliyorum. Yeni meraklar edinmek ve bilmediğiniz şeyleri öğrenmeye çalışmak beyni daha uzun yıllar sağlıklı kılıyormuş, haberiniz olsun…

19 Mayıs 2009 Salı

Erkekler alışverişe meraklı değil mi? Haydi canım!

Bir arkadaş toplantısında baktım ki erkekler kadınları daha fazla para çarçur etmekle suçlayıp kendilerinin alışveriş merakı olmadığını öne sürüyorlar.

Ben de kadınım diye kadınları savunacak değilim ve zaten prensip olarak kadın, erkek ayrımcılığı yapmam. Her iki cinsi de “insan” olarak tek bir kategoride değerlendirmeyi daha anlamlı bulurum. (Bana erkek gibi araba kullandığımı söyleyip, akıllarınca iltifat edenlere de acayip kıl olurum!) Tarih boyunca bu iki cins arasındaki farklar o kadar fazla didiklenmiş ve vurgulanmış ki, benzerlikler gözden kaçmış.

Hatalı harcama alışkanlıkları konusuna geri dönecek olursak, herkesin bir zaafı vardır demek gerek. Kadınlarda bu genellikle evle ilgili ıvır zıvır, ayakkabı başta olmak üzere giyim ve süs eşyaları, erkeklerde ise cep telefonu, maymun iştahlı hobileri tatmin edecek ıvır zıvır, pahalı saatler veya otomobiller olabiliyor. Daha başka bir sürü kategori de var elbet: Kahveye gitmek, kumar oynamak, yeni teknolojinin ürünleri vs. vs. Sonuç aynı: Gelirimizi dengeli bir şekilde harcamıyoruz, gereksiz borca giriyoruz.

Özetle erkeklerin dükkan dükkan gezmeyi sevmemesi parayı boşa harcamaması anlamına gelmiyor. Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Bilmem anlatabildim mi?

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Uzay Yolu Filmi Üzerine

Filmi izlemeyenler okumasın bu yazıyı, ona göre…

Öncelikle temel olarak filmi beğendiğimi söylemeliyim. Chris Pine, William Shatner’i çok iyi gözlemlemiş, birkaç yerde neredeyse tıpatıp Shatner’in mimiklerini yaptı. Kirk’ün gençliğine kesinlikle yakışmış. Hatta fazla yakışıklı bir Kirk olmuş ama bunun bir zararı yok tabii.

Spock rolünde Zachary Quinto da oldukça başarılıydı. Ama, orijinal Spock çok daha “cool” bir arkadaştı. Hala da öyle. Leonard Nimoy’u yeniden Spock olarak görmek hoş oldu.

McCoy konusunda kararsızım. Orijinal McCoy’u çok severdim, belki ondan. Scotty de rolüne çok uygun bir seçim olmuş ama Chekhov komikti. Orijinal seride de aksanı vardı (yurtdışındayken orijinallerin tekrarını izlemiştim) ama anlaşılan gençliğinde aksanı çok daha feciymiş. Bir de orijinal Chekhov kesinlikle sarışın değildi. Sulu ise tam oturmamış. Orijinal Sulu’yu oynayan George Takei’nin havası farklıydı. Uhura orijinal seride belki de o yıllarda kadınlar pek öne çıkmadığı için hep geri plandaydı. Yeni ve iddialı Uhura’yı daha çok beğendim.

Alternatif Gerçeklik kavramına sığınmasalar birçok şeyi açıklamak zor olabilirdi, film de muhtemelen yavan olurdu.

Gelelim beğenmediğim birkaç detaya:

1. Kirk’ün annesi doğum yaptıktan sonra babası bebeğin cinsiyetini soruyor. İnsaf! Yıllardır ultrason diye bir şey var. Gerçi bazı günümüz anne-babaları da sürpriz olsun diye öğrenmiyorlar deyip buna göz yumabiliriz sanırım.
2. Bir sahnede silahların denizaltılardaki torpidolar gibi doldurulmasını anlayabilmiş değilim. 23. yüzyıldan bahsediyoruz.
3. Romulanların gemisi de Babylon-5 dizisindeki Shadow’ların gemilerine benziyordu. Çinlilerin Mercedes kopyalaması gibi olmuş.
4. Kırmızı maddenin ufacık bir miktarı koca gezegenleri yok edebilirken, koskoca kırmızı madde topunun oluşturduğu kara delikten ufacık geminin kurtulması saçma olmuş. En azından patlamadan evvel uzaklaşmış falan olsalardı daha inandırıcı olabilirdi.
5. Bu arada delici aleti durdurmak için Vulcan atmosferine muazzam bir süratle giren 3 kişinin cayır cayır yanması gerekirdi ama ne hikmetse bir şeycik olmadı.
6. Her iki geminin kaptanının da silahsız olarak Romulan gemisine gitmeyi kabul etmesi çok Picardvari olmuş.
7. Asla bir Yıldız Filosu askeri başka bir Yıldız Filosu askerini ne idüğü belirsiz bir gezegende bırakmazdı, hele Spock bunu hiç yapmazdı.
8. Kaptan Pike filmin başında Kirk’e Yıldız Akademisini 4 yılda bitirebileceğini, 8 yılda kaptan olabileceğini söylüyor ama 3 yıllık eğitim ve bir hayli disiplinsizlik sonrası çat diye Kirk’ü kaptan yapıyorlar. Evet dünyayı kurtardı ama kaptan olmak bu kadar kolay mı?

Yine de en favori filmim First Contact, en favori serim de ST: Next Generation. Tam trekkie sayılmam demiştim di mi? Yani yanlış anlaşılmak istemem, o bakımdan.

17 Mayıs 2009 Pazar

Uzay Yolu ve ben...

Kendine T’Pol ismini mahlas olarak seçen birinin vizyona yeni giren Uzay Yolu filmini açılış günü seyretmesi gerekirdi ama arkadaşlarımla birlikte izleyebilmek için düne kadar bekledim.

Esasında tam olarak bir “trekkie” sayılmam; “Qapla” dışında Klingonca bilmiyorum, evde küçük “Enterprise” maketlerim yok, hatta bir Enterprise mürettebat t-shirt’üm bile yok. Kütüphanemde 6-7 tane Star Trek kitabım ve bir de Klingon “Day of Honor” üzerine birkaç hikayeden oluşan ansiklopedi boyutlarında bir kitabım var. Tüm versiyonlar içindeki en favori kaptanım Jean Luc Picard yani Patrick Stewart. Mumya müzesinde onun mumyasıyla çekilmiş bir resmim var. En sevdiğim film de sanırım "First Contact". Hepsi bu…

Blogumu oluştururken galiba DigiTürk’te Uzay Yolu’nun versiyonlarından biri oynuyordu ve mahlas olarak aklıma T’Pol geliverdi. Fiziken kendisine benzemeyi çok isterdim ama alaka sıfır:) hatta -5 falan da denebilir. Bazı zamanlar kendimi gerçekten uzaydan gelmiş gibi hissettiğim de oluyor hani. Vulcan'lılar kadar mantıklı olmayı da isterdim doğrusu.

Temel olarak Uzay Yolu dizilerinin tüm versiyonlarını severek izledim ve fırsat bulsam yine izlerim. Gemideki hayat tarzı tam bana göre. Kamaralarda gereksiz hiçbir şey yok. Üniforma giyildiği için giysi problemi sıfır. Herkesin görevi ve acil durumlardaki görev yerleri belli. Performansına göre rütbesi yükseltiliyor, kahramanlıkları ödüllendiriliyor. “Food Replicator” sayesinde istediğiniz yemeği birkaç saniyede hazırlatabiliyorsunuz. Şişman kimse olmadığına göre kalori içeriği filan da kontrollü olsa gerek.

Üstelik Federasyon post-kapitalist bir düzen içinde görünüyor. Yani para yok, maddi şeylere ihtiyaç yok. İnsanlığın o günleri görebileceğinden şüpheliyim ama yine de kafamı birkaç yüzyıl sonra yeniden canlandırılmak için dondurtmayı düşünüyorum. (Şaka şaka!)

Küçükken bir kere babama “keşke para diye bir şey olmasa, herkes yeteri kadar şey üretmek için çalışsa, herkese yetecek yiyecek ve iş olsa, kimse fakir ya da zengin olmasa” demiştim. Herhalde en fazla 7-8 yaşlarındaydım. Rahmetli de gülerek “Oooo bizim kız, sosyalizmi de komünizmi de aşmış!” demişti. Acaba sonra beni İşletme okumam için teşvik etmesi bundan mıdır, bilemiyorum.

Neyse film konusundaki kritiklerimi yarına sakladım. Burada okuyabilirsiniz…