10 Temmuz 2008 Perşembe

Daldan dala bir yazı işte...

Ben bu emeklilik birikimi konusuyla fena halde bozmuş durumdayım. Sık sık kendimi insanlara bu konuda vaaz verirken yakalıyorum. Çoğunlukla şaşkın gözlerle izlendiğimi fark edince biraz kendime çeki düzen veriyorum. İleriyi düşünüp, plan yapmak fena mı yani? Günü gününe yaşamak, vur patlasın çal oynasın hayatın tadını çıkartmak iyi güzel de sonra? Paraya esas ihtiyacımız olduğu zaman ne olacak? Rahmetli anneannem (Nur içinde yatsın), “yaşlılıkta paran konuşur” derdi. Dedem emekli olduğu vakit çok önceden almış olduğu bir araziye kendi evini yaptırmıştı. İki oda, mütevazi, sobalı bir ev. O zamanlar insanlar emeklilik parasıyla ev sahibi falan olabiliyorlardı.

Evin Maliye Bakanı anneannemdi. Her ay maaşı o çeker, bütçesini yapardı. Hangi aylarda odun, kömür almaya para ayrılacak, ne zaman bahçe kapısı boyanacak hepsini dikkatle bütçeler ve defter tutardı. Dedeme de önceleri biraz harçlık verirdi ama sonradan dedem en büyük hobisi olan bağ bahçe işlerini ilerletince, evin ihtiyacının fazlası olan yetiştirdiği meyve-sebzeyi satmaya başladı. Ailede kim dara düşse, dedemden borç alır hale geldi. Anneannem son derece tutumlu bir kadındı. Hiçbirşeyi boşa vermez, asla yemek atmazdı. Planını programını ona göre yapar israfa müsaade etmezdi. Hatırlıyorum, bizleri alışverişe gönderirken mutlaka “fasulye 3 liradan fazlaysa, alma onun yerine kabak al” türünden nasihat ederdi. Buna mukabil son derece cömertti. Bayramlarda en sağlam harçlık ondan ve yine rahmetli (o da Nur içinde yatsın) babaannemden gelirdi.

Anneannem pahalı fasulye almaya karşıydı ama kitap, dergi almamıza hiç ses etmezdi. Dünya klasiklerini yazları onun evinde okudum. İş yapmaktan temelde nefret ettiği için erkenden kalkıp, işlerini çabucak yapar, günün geri kalanında bize vakit ayırır, kitap okur ya da örgü, dikiş gibi işlerle uğraşırdı. Eski pijamaları keserek, bahçede kullanılan sırık fasulye bağlarına, yer bezlerine dönüştürürdü. Çok güzel dikiş dikerdi. Artan kumaşlardan benim bebeklerime elbiseler yapardı. O dönemlerde standart boyda bebek ve ona uygun kıyafetler filan satılmazdı. Ama, benim bebeklerimin ciddi gardropları olurdu, yani pek havalıydım, sayesinde...

Rahmetli çok tutumlu bir kadındı ama bakımlı ve düzgün görünmeye de çok özen gösterirdi. Evde eski püskü, kılıksız şeyler giyilmesinden nefret ederdi. Eski şeyler bile temiz, ütülü ve düzgün olmak zorundaydı. Saçını mutlaka sarardı ve şekil verirdi, gün içinde de iki tarak darbesiyle görünümünü tazelerdi. Bu bakımlardan hiç ona çekmemiş olmamız kötü tabii...

Okumuş ve hayatı boyunca şehirde yaşamış bir kadın olmasına ve de iş yapmaktan fazla hoşlanmamasına rağmen, bahçe içindeki evin işlerini de pratik usullerle yapar, yazın kabak, fasulye, biber, erik, kayısı gibi şeyleri kurutur, asmanın yapraklarını salamura yapar, kışa hazırlardı. Evinin tasarımını da kendi yapmış, belediyenin mimarına onaylatmıştı. Bu nedenle mutfağı evin en geniş yerlerinden biriydi. O mutfakta oturmak, o iş yaparken bir yandan yardım edip, bir yandan sohbet etmek, iş bitince beraberce çay içmek en tatlı anılarımdandır.

Bu ara yazılarım fazlasıyla daldan dala oluyor sanırım... Tutumluluk, tasarruf derken en çok anneannemden bahsettim. Ruhu Şad olsun...

3 yorum:

Cuneyt Kazokoglu dedi ki...

Nostaljik bir yazi olmus. "O nesil" ile bizim aramizda cok farklar var. Birincisi bizde hic olmayan, o neslin yokluk görmüs olmasi. Anne- ve babaanneniz savas döneminde yasamis insanlar. Benim cok sükür ikisi de hayatta ve ayni anlattiginiz gibiler, hicbir seyi atmaz, recel, tursu vs. kendileri yapar, kirk yilin basi bir lükse para harcar, ama torunlara maddi yardim her daim mümkündür vs.

Bizim neslimiz (ben 30'umdayim) inanilmaz bir harcama acligi icinde büyüyor. bu "keeping up with the joneses" muhabbeti icimize islemis. Bu bloga o yüzden bayiliyorum, sacma sapan harcamalar, gereksiz alisverislerden bahsettigi icin.

Emeklilik konusu da öyle garipsenecek bir konu degil. Öte yandan basbakanin bile yaslilikta güvence olarak asgarî 3 cocugu gördügü bir ülkede biraz "uzayli" kalmak mümkün tabii. Yasliliga bakis anlayisimiz kültürel olarak farkli oldugu icin muhtemelen henüz anlamiyoruz önemini. Bizde yaslilar yalniz kalmazlar, cocuklar alisveris yapar vs.vs.

Neyse, uzun lafin kisasi cok takdir ettigim bir blog. Bir de zamaniniz olsa da daha fazla yazi girseniz diyecegim ama kendimden biliyorum, vakitsizlik basa bela.

Selamlar,
Cüneyt

Adsız dedi ki...

Bu tutumluluk hastalık galiba.Bende de başladı.Özellikle Maliye bakanının mesailerimize el koymasından sonra.

T'Pol dedi ki...

Kötü bir hastalık değil ama:) Cimrilik ile arasındaki çizgiyi aşmamak ve etraftakilere ızdırap haline getirmemek kaydıyla tabii...